Pazar, Ocak 14, 2007

Kaptanın Seyir Defteri; Yıldız Tarihi...

Aslında bu sayfayı tekrar açmalı mıyım, ben de bilemiyorum. Elime kağıt kalem almayalı çok uzun zaman oldu. Yani bu, bisiklete binmeyi ya da yüzmeyi unutmak gibi bir duygu - bir davranış biçimi değil. Elbette dışarı çıkıyorum, yeni insanlarla tanışıyorum, öğrencilerimle arkadaşlarımla vakit geçiriyorum, farklı lezzetleri tadıyorum, kitap hala elimden düşmüyor ve hala günde en az bir gazete okuyor, haftada en az üç film seyrediyorum. Yani işin beslenme tarafında sorun yok. Ancak yazmaya geldi mi tıkanıyorum. Sanki yüzünü hiç görmediğim bir gölge sürekli peşimden geliyor, kaçmaya çalışsam da bir türlü peşimi bırakmıyor gibi. Her defasında kendimi bulduğum yer aynı ; çıkmaz sokak. Elimde kalem önümde bir müsfette kağıt, ben ona, o da bana bakıyor.

Son iki yıldır uçurumun kenarındayım ve ilginçtir her defasında geri dönüyorum, inatla tek bir kelime bile yazmadan. Demek ki sen gideli o kadar olmuş. Sigarayı bırakanların durumu da aynı değil mi ? Gün saymayı unuttuğun an, bırakmışsın demektir.

“…
Sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam. “ *

Sık olmamakla birlikte, yazmaya başladım son günlerde. Ama kendi kendime verdiğim bir söz var : “Yaz ve çöpe at”. Öyle de yapıyorum, yazıyorum ve kağıtları hemen çöpe atıyorum. Yazılanları sonradan okuyup bir anlamda ya da her anlamda acı çekmek hoşuma gitmiyor. Zaten çok keyifli metinler değil. En iyisi unutmak ve o anı hiç yaşamamış saymak.

Biliyor musun neyi farkettim ? Meğer beni tanımlayan, yalnızlığımı dolduran, hayatımı tamamlayan senmişsin. Yaşamın içinde sen gezdirmişsin. O dar koridorlardan hep beraber geçmişsiz, çıkmaz sokakları birlikte aşmışız. Bir başına hiç kalmamışım, hep yanımdaymışsın. Önce sevgilim olmuşsun sonra da kadınım. Ve belki zamanla alışkanlığım.. belki de yazmak bu yüzden zor geliyor. İnan unutmak daha kolay...

“...
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman, bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde..” **

Daha merhaba demedim değil mi ? Ne kadar dolduysam, anla artık. Merhaba. Uzun zaman oldu. En son arayı bu kadar açmayalım demiştik. Yine de olmuyor işte değil mi ? İş güç biraz da ihmalkarlık derken unutuveriyorsun. Ben de istemezdim böyle olmasını. Ama kimbilir, belki de normal olan bu. Yani ikimiz de farklı yerlerdeyiz artık. Başkaları var hayatımızda. Ortak dostlarımız kalmadı. Yalnızca kuru ve kısa bir merhaba, o da nezaket icabı. O halde doğru, yabancılaşma beraberinde –istemesek de- silmeyi ya da hiç yaşanmamış kabul etmeyi getiriyor. Demek insanın doğası böyle ; unutuyor..

“...
Her kaderin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler, gelir geçer, yıllar geçer
Sen de unutursun bir gün gelir.” ***

Ben de unuttum. Hem de herşeyi. Başkaları gibi iyi ve kötü diye ayırmadan, kötüleri bırakıp iyileri saklamadan, bütünüyle. İyi birşey midir, henüz karar vermesem de tek tesellim bu; belki herhangi biriyim ama diğerleri gibi değilim. İnanması güç biliyorum ancak geçmişe dair hiçbirşeyi hatırlamıyorum : Ne zaman okula gittim, ne zaman mezun oldum, askerliğimi yaptım mı, çalışmaya ne zaman başladım, nerelerde kimlerle çalıştım, ne işler yaptım, ilk sevgilim kimdi, son sevgilimden nasıl ayrıldım, bu kadar zaman nasıl ve hangi arada geçti... Hepsi silik birer hayal, adeta birilerinin bir yerlerde başkaları ile ilgili anlatıkları hikayeler gibi. Belki annemin babamın çocukluğumda anlattığı masallar, belki de senin gibi...

Ben unutulmadım mı peki ? Ne kadar çok tahmin bile edemezsin. En az benim unuttuklarım kadar. Pişman mıyım : Hayır. Pişman mısın : Hayır. Pişmanlar mı: Hayır. Sanırım en doğrusu da bu : Unutmak. Geçmişle ya da geçmişte yaşamamak.

“...
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derece, öylesine ki,
mesala, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
bembeyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.” ****
 
İşte son. Görüdüğün gibi cümleler kağıda döküldükçe kalem sanki kılıç oluyor ve kan akıtıyor.. ve can acıtıyor. Kimseyi suçlamıyorum. Ne seni, ne de diğerlerini. Kocaman bir hayatı geride bıraktım. Ve ödünç aldığım zaman bitiyor. Elimde duran kalem ve önümdeki müsfette kağıt hala bana bakıyor, ama nafile.. Dedim ya bu son. Elveda yabancı, düşler buraya kadar...

“İki rayı gibiyiz
bir tren yolunun,
yakın olması
neyi değiştirir
son istasyonun” *****



Meraklısı için alıntılar :

* Sergei Yesenin “Elveda”
** Turgut Uyar “Ayrılık Ayracı”
*** Ümit Yaşar Oğuzcan “Ayrılanlar İçin”
**** Nazım Hikmet “Yaşamaya Dair”
***** Sunay Akın “Ayrılık”