Çarşamba, Ağustos 29, 2007

Sıradışı Notlar Bölüm VI

Aslında bu sayfalara ilk sahip olduğumda kendi kendime "günlük tutacağım" demiştim. Çünkü çocukluğumdan bu yana sahip olamadığım bir alışkanlıktı kendimle ilgili bir şeyler yazmak. Zaman unutturuyor herşeyi malum. An geliyor en hatırlamak istemediği olayları hatırlıyor;  ama tadı damağında kalan sohbetleri, yüzleri, dostları, sevgilileri unutuyor insan.. Sonuç : Beceremedim tabi.. O kadar çok dağılmıştım ki, hayatın içinde dörde beşe bölünmeye çalışırken sıkıştım kaldım. Bırakın günlük tutmayı, kendimle ilgili ciddi kararları bile almakta zorlandım.. Belki pişmanlık değil ama yüreğimde inceden sızlayan çok yer var.

Mesela kaybettiklerim: Semih Balcıoğlu - Semih Abimiz, Attila İlhan- Attila Hocamız, Cemal Kutay - Tarih Hocamız, Melih Kibar - Sayın Kibar'ımız..

Semih Abi'nin askerliğini yedek subay olarak yaparken, Ankara'da Orduevinde, garson askere "Paşam, çorba istiyorum ben" dediğinde bütün kıdemli subayların ona nasıl baktığını katıla katıla anlatmasını bir kez daha yaşayacak mıyım ? Hayır !

Ya da Melih Abi'nin ölmeden birkaç gün önce yatağında "Biz ne zaman birlikte çalışmaya başladık ?" diye sorduğunda "1999 yılıydı abi, 24 Şubat ilk canlı yayını yapmıştın" demiştim. Onun cevabı ne olmuştu : "Ben o zaman kansermişim biliyor musun ?" Dünya omuzlarıma çökmüştü ve ben altında kalmıştım.. Tarifi yok.. Devamı var mı ? Hayır !

Attila Hocam haftanın iki günü gelirdi.. Salı ve Perşembe günleri, öğleden sonra.. Hasbelkader yazdıklarımı verirdim "Yazmaya devam çocuğum, sakın bırakma" derdi.. Arada sırada Tarih Hocamız Cemal Kutay'a kızardı "O olay öyle değildi, yaşlandı unutuyor artık" diye.. Onunla konuşmak başka bir duyguydu.. Olayları ve zamanları birbirine bağlamasını hayranlıkla dinlerdim.. Ama bitti, bir daha dinleyebilecek miyim ? Hayır !

Bir de yaşarken kaybettiklerim var..

Gezgin Korkuluğum "Sunay Akın; Sana yakın, bana yakın, cana yakın..." Meşhur oldu, uzun zamandır görüşmüyoruz.. Her hafta "Oğlum bu hafta Doğu'dan kaç mail geldi ? 100 mü off süper, bütün hediye cd'leri oraya gönderelim ?" diyen ünlü caz piyanistim Kerem Görsev.. Son 2 Yılda 4 ya da 5 kez ben aradım görüşemedik bir türlü.. "Yorumsuz'dan herkese kocaman bir merhaba, yine bizler burada sizler ekranlarınız başında birlikte bir buçuk saati paylaşıcaz" mottosuyla 6 yıl ve  300'den fazla canlı yayın yaptığımız , Grup Gündoğarken'in en küçük üyesi Burhan Şeşen.. Yaklaşık 2 senedir yüzyüze gelmedik..

Tabi bir de çalışma arkadaşlarım, öğrencilerim var -ki hayırsızlar bandosu.. O konuya hiç girmeyelim.. Can sıkıcı sonuçlar çıkabilir zira :)

Herneyse bütün bunlar niye diye soranlara cevabım şu ; efendim pek yakın zamanda şahsen bizzati kendimin doğumgünü.. İnsanlar genelde doğumgünlerinde eğlenirler ama benim aklıma genelde böyle garip şeyler geliyor. Hani "nereden geldim nereye gidiyorum, kimler vardı kimler yoktu" muhasebesi.. Bende bir tuhaflık olduğunu annem-babam çok önceleri çözmüşler ama psikiyatri bundan 30 yıl önce böylesine kullanılan bir yöntem değilmiş.. Şimdi ruhsağlığı dediklerine bakmayın eskiden benim gibilere "deli"; tedavi edenlere de deli doktoru" derlerdi.. Ne yapsın benimkiler de korkmuşlar işte; "bizim oğlan elden gitmesin" diye birşey yapamamışlar :)

Özetle doğumgünümde eğlence falan yok, yalnız başına geçirmeyi düşünüyorum, lütfen aramayın zira cep telefonum kapalı olacak, kutlamaları kabul edemeyeceğim üzgünüm :)

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

Seyirdışı Notlar XXI

Gözyaşım hiç olmadı benim, ağlarken kimse görmedi. Serseriliği zaten bilmem, kötülük desen hiç...Hayatı planlamayı sevemedim. Sonlara inandım ama sonu düşünmedim..Cahit sıtkı’nın “35 yaş” ı yazdığı yaşa geldim, gözlerimin içinin güldüğünü söyleseler de içten bir gülüşüm hiç olmadı.. Aşık oldum. Sevdim. Sevil(e)medim. 
En iyisi bile rüzgara karıştı gitti.. 
Çocukluğum hiç olmadı benim, oyuncak nedir bilmem. Benim canlı bir oyuncağım vardı zaten adı “Eylem”.. Okula gitmeyi sevemedim bir türlü ama tokat yiyen bir asker için üzülüp -yüksek dahil- tam 17 yıl okudum. Şimdi durup geriye bakınca koca bir hiç... Shakespare’in “Hamlet”i yazdığı yaştayım ve hala karar veremiyorum acaba hangisi doğru; Olmak mı, Olmamak mı ? 
Keşke ben de rüzgara karışsaydım.. 
Gençliğim hiç olmadı benim, mutluluk nedir bilmem. İlk aşkım terkettiğinde henüz 19’undaydım, hayata elveda dediğimde 20...Yaşamayı sevemedim nedense ama bir anne, bir baba, bir kardeş yetti yeryüzündeki memuriyetime... Oğuz atay’ın “Tutunamayanlar” ı yazdığı yaşı geçeli çok oldu ve hala bilemiyorum hangimiz gerçekten “Selim” ? 
Sanırım sonunda bütün rüzgarlar bitti..

Çarşamba, Ağustos 15, 2007

15 yıl sonra, bugün..

Aslında cevap olarak bir önceki yazının "yorum" kutucuğuna yazacaktım bunu, sonra vazgeçtim.. Çünkü 15 yıl sonra bugünün başka bir açılımı var "yaşıyorum ve varım ; ama nedense gülümseyemiyorum"..   

Her sorunun cevabını bir yerde toplamak mümkün değil bunun farkındayım. Şimdi yaşadığım pek çok acının nedeni çocukluğum ve ergenliğim, bunu öğrenecek kadar kitap da okudum.. Ancak herşeye rağmen kavrayamadığım birşey var ve ben buna gerçekten çok üzülüyorum.

Sorum şu "Nasıl oluyorda bir insanın - kendisiyle ilgili- en güçlü sandığı yer, aslında en zayıf noktası olabiliyor ?"

İşte bunun cevabını bulduğum an, sanıyorum tekrar gülümsemeye başlayacağım..

Sanırım biraz yardıma ihtiyacım var...

Salı, Ağustos 07, 2007

15 yıl önce, bugün..

Bilirler ki;
hiçkimsenin geçmişi zaferle dolu değil, yenilgiler de var yaşamda ve kabullenmek gerek...Onlar da ikiz kardeş gibi hangisinin yüzüne ayna tutsan yansıyan bir diğeri, ayırmak mümkün değil. Çoğu hatırlamak istemez yenilgileri düşlerini zaferler üzerine kurar, kimi zaferlerin kıymetini bilmez yenilgileri alnına, avuçlarına kazır.

Ve eklerler ki;
anılar da böyle, onları da ayıramazsın "iyi", "kötü" diye...Kötüleri bir köşede bırakıp, iyileri seçemezsin. Birini kabul ediyorsan, diğerini de etmek zorundasın...

Derler ki;
her inişin bir çıkışı, her çıkışın da bir inişi var. Ne yaşam düz bir yol, ne de yürüdüğün bir gül bahçesi, üstelik son pişmanlık faydasız...

Hatırla ki;
herşeyin sonlu olduğu bir dünya bu, denizdeki kum tanesi veya yere düşen yağmur damlası için bile böyle. Ve sonu değiştiremezsin; ya ölüsündür ya da ölümsüz...


Gülümse;
varsın çünkü,
yaşıyorsun çünkü...