Cuma, Ocak 11, 2008

Seyir Defterini Kaybeden Kaptan III

Dün hayal ettiklerimi bugün yaşıyorum;
Bugünküleri yarın,
Ama yarından sonra ne olur
Zaman ne getirir, ne gösterir
Ben de bilmiyorum...



Bu giden kaçıncıydı hatırlamıyorum. Sanırım perdeyi dedem açmıştı -lise son sınıftayım o zaman- , sonra anneannem. Sonra babaannem, derken küçük dayım, fikri ağabey, büyük teyzem, sonra onun bir küçüğü, eniştem, büyük dayım ve bugün bir teyzem daha..

Haberi akşam geldi. Duramadım iş yerinde, herşeyi olduğu gibi bıraktım, kendimi yollara attım. Çoraplarım terleyene kadar yürüdüm. Bir tarafta cıvıl cıvıl yüzleri ve parlak ışıklar arasında gezen insan seli Beyoğlu, öbür tarafta siyah yarım balıkçı kazağı ve eski yün siyah kabanıyla -ha ağladı, ha ağlayacak-, ben. Galatasaray lisesinin önünde durdum bir an: Annem geldi aklıma. Gelen telefonda kuzenimle Tekirdağ'a gittiklerini söylemişlerdi. Bir saat kadar önce telefonla aradığımda ulaşamamıştım. Bir kez daha deneyim dedim. Aradım, telefon çaldı bu kez. Sesi kötüydü. Sakinleştirici vermişler, yarı baygın bir diyalog oldu. Belki de monolog demek lazım, daha çok ben konuştum. O sadece dinledi.

Görüşme bittiğinde ilk aklıma gelen benim nereye gittiğimdi.. Bilmiyordum. Aslında gidecek bir yerim var mıydı gerçekten ? Bir sevgili ya da kapısını çalabileceğim bir dost kalmış mıydı bir yerlerde ? Ben mi onları bırakmıştım yoksa onlar mı beni unutmuşlardı artık hatırlamıyordum. Cep telefonumdaki isimleri tek tek okumaya başladım. Yaklaşık 223 isim saydıktan sonra anladım ki nafile. Arayabileceğim kimse yoktu. Hadi vardı diyelim, nasıl bir cümle kuracaktım : "Selam Nasılsın..... Ben iyi değilim.. Şey..Teyzem öldü de, sana gelebilir miyim ?" ... Telefonu kapattım ve yürümeye devam ettim..

Geride kalan son 40 yılda, 40 kez görmemiştik birbirimizi belki. Hani "bir anında mı yok ?" deseniz ; Yok !.. En azından hemen aklıma gelecek ya da iz bırakan hiçbirşey... O şehirden bu şehire memur hayatı sürmek dağıtmıştı bütün aileyi. Görüşmek, birarada olmak -hele hele 60'larda, 70'lerde- imkansız gibi birşey. Ayrı ayrı yerlerde yaşanan farklı hayatlar. Ne ben onları, ne de onlar beni tanıyabildi..

Yol beni Taksim meydanına kadar getirdi. Aklımda cevapsız birçok soru ve yoğun ağlama isteği.. En çok yalnız ölmesine üzüldüm teyzemin. Yalnız ve kimsesiz. 1 gün geçip, sesi soluğu da çıkmayınca çilingir çağırmış komşuları. Birde bakmışlar ki beden salonun ortasında yığılmış kalmış. Hemen çocukları gelmiş ama cesedi morga kaldıramamışlar. Yalnız ölümlerde uygulanan prosedür başkaymış. Devlet kanadından birilerinin gelip kendi kendine öldüğüne kanaat getirmesi gerekiyormuş anladığım kadarıyla. Özetle hayattayken yaşadığın eziyet ölünce de bitmiyormuş..

Meydanın soğuğu ciğerden vurmaya başlayınca gelen ilk otobüse bindim ve eve doğru yola koyuldum. Kimbilir yarın belki benide evde aynı vaziyette bulabilirler duygusu yakamı bırakmadı yol boyunca. Eve girer girmez gözyaşlarım dökülmeye başladı. O sırada evin telefonu çaldı, arayan babam... O da "Oğlum doğanın kanunu, hepimiz birgün öleceğiz.. E artık sırada biz varız.." demez mi ? İşte o an hayat durdu.

Nasıl yutkunduğumu ya da nasıl nefes aldığımı bile hatırlamıyorum. Telefonu kapattım ve kendimi balkona attım. Soğuk hava biraz çarptı ama iyi geldi. Sonra aynaya baktım, yüzüm gözüm şişmişti. - Oysa ağlamayı da, ağlayanları da hiç sevmem.- Kendi yüzümü hiç böyle görmemiştim. Karşımdaki sanki başkası gibiydi. Sinirlerim bozuldu, gayrı ihtiyari gülmeye başladım. Ağlamaya mecalim kalmamıştı ama son 8 saatte yaşadıklarım, aklımdan hiç çıkmayacak, belki biraz paranoyakça bir soruyu da beraberinde getirmişti : "Bundan sonra sırada kim var ? "


Güle Güle Teyzeciğim.. Yolun Açık Olsun.