Pazartesi, Eylül 26, 2011

(S)aklımdakiler XXI

Siz hiç birini ölesiye sevdiniz mi ?
Canınız pahasına ama..
Öyle yarı yoldan dönmecesine değil..
Yani ; "Seviyor muyum ? Olabilir, fakat yine de emin değilim" cümlesinin ardına sığınmadan..
Yani ; "Takılıyoruz öylesine" demeden..
Yani ; "Sevmek kim, biz kim" saçmalığına düşmeden..

Yani diyorum ki,
Bedeli ne olursa olsun..
Gerçekten birini sevdiniz mi ?

Sabrederek..
Bekleyerek..
Bir gün sana geleceğini hayal ederek..
Uğrunda her şeyden vazgeçerek..
Onu belki kendinden de çok önemseyerek,
Hatta daha çok severek..
Belki karşılık görmeden..
Sonunda acı çekeceğini,
Belki de terkedileceğini bilerek…

Bir başka göze bakmadan..
Bir başka eli tutmadan..
Bir başka tene dokunmadan..
Bıkmadan,
Usanmadan,
Vazgeçmeden..
Bir sözüyle günlerce mutsuz olup,
Bir sözüyle havalarda uçarak..
Birlikte geçirmediğin her dakikadan pişmanlık duyarak..
Hiç hesap yapmadan, hiç korkmadan,
Belki bir çocuk gibi,
kendini onun kollarına bırakarak..

Sabah kalktığında ilk onu düşünerek..
Yolda gördüğün her insanı ona benzeterek..
Dinlediğin her şarkıda onu hayal ederek..
Bütün duvarları onun resimleriyle süsleyerek..
Adını duyduğunda titreyerek,
Ayakların yerden kesilerek..

Bir gün hiç dönmeyeceğini bilsen de özleyerek..
Arayarak,
Onun da arayıp, seni bulacağına inanarak..
Endişelenerek,
Kaybetmekten korkarak,
Affederek..
Zamanı durdurarak..

Üzüldüğü zaman üzülerek..
Mutluluğunda sevinerek..
Onun yanında yaptığın hiç birşeyden utanmayarak..
Belki konuşulması gereken yerde, susarak..
Belki de en dibe vurduğunda,
Yeniden başlama cesaretini ondan alarak..

Siz hiç birinin gözlerine her baktığınızda kendinizi gördünüz mü ?
Bir gülümsemenin ne kadar değerli,
Bir bakışın ne derece yakıcı,
Bir dokunuşun ne denli sıcak
Ve dudaklardan dökülen tek bir cümlenin insanın içini nasıl ısıttığı duygusunu,
damarlarınızda akan her damla kanda buram buram hissettiniz mi ?

Siz hiç birini ölesiye sevdiniz mi ?

Perşembe, Eylül 08, 2011

(S)aklımdakiler XX

“Geldiğimde notun duruyordu masanın üzerinde,
Sekizde yatmıştın.
Saatime baktım sekizi beş geçiyor..
O gün anladım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığı
Aramızda düşman gibi duran zamanı..
O gün anladım
Senin bana erken
Benim sana geç kaldığımı..”

Benim hayallerim hep yarım kaldı. Kiminle, nerede ve nasıl olduğu önemli değil. Önemli olan yarımlık duygusu. Nedenini hiç bilemedim. İşin dramatik tarafı bir süre sonra her şeye alışmam olsa gerek. Hiçbir şeye şaşırmayıp, olan biten ne varsa aynı sakinlikle karşılayabiliyorum. Sinir bozucu bir durum değil mi ? Bazen ben bile, sırf bu yüzden kendimden nefret edebiliyorum. Oysa o kadar hareketli ve tezcanlı bir adamdım ki, aklıma gelen herhangi bir düşünceyi o anda uygulamadan, yerimde duramazdım. Bak, artık renk bile vermiyorum.

Şimdi sen yoksun ya.. Her yeni güne eksik başlıyorum ya.. Bir yanım hep yarım. Tamamlanmayı bekleyen bir şiir gibi boynu bükük, başucumda duruyor. Yarım kalmışlığı ancak yokluktan gelenler bilir. O kadar eksiktirler ki, kaybedecekleri bir şey yoktur zaten. En kötüsü ne olabilir ki hem ? Yine aslına/eskiye dönmek. Bir farkla ama; her şeyi unutarak ve bir daha ki sefere -korku içinde- daha az hayal kurarak. Çünkü yarım kalmasındansa, hiç olmaması her zaman iyidir. Mesela benim gerçekleşmesini isteyecek bir rüyam kalmadı. Günleri saymayı da bıraktım. Sesin kulaklarımda çınlamıyor artık. Yüzün silikleşmeye başladı. Eskisi gibi düşünmüyorum seni. Ne bileyim 23 Nisan çocukları gibi telefonun başında "hazır ol" da durmuyorum ya da aramanı beklemiyorum. Gittikçe seyrekleşip, azalıyorsun.

İstediğin de bu değil miydi zaten, sevinmen lazım. Hayatına bu kadar sessiz girip, böylesine sakin/gürültüsüz çıkan kaç kişi olmuştur ki ?

“Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesidir ayrılık!”

Seni aramak, bulamamak, kaybolmak... Ve korkmak.. Ve tam buldum derken yeniden kaybetmek. Ve olduğun yere yığılmak, belki kalkamamak,.. Ve vazgeçmek.. Ve belki sonra "vazgeçmekten" vazgeçmek.. Ve beklemek.. Ve beklemekten yorgun düşmek...

Görüyor musun, uzun zamandır hiçbir şey yazamıyorum. Son günlerde kalbim epeyce yorgun düştü. Bir savaşı daha kaldıracak gücüm kalmadı. İnsanın yaşını yılların yorgunluğuyla ölçmek doğru değil galiba.. Belki de gönül yorgunluklarına bakmak gerek. Öyle ya tek bir kelime dilimin ucuna kadar gelse de dudaklarımdan dökülemiyorsa; yalnızca tek bir kelimeyi yazabilmek için masaya oturuyor ve yazamıyorsam.. bir türlü elim gitmiyorsa.. beceremiyorsam... Gönül teli artık bu akordu kaldıramıyor demektir. Belki de en iyisi müziği değiştirmek..

Hay Allah ! Deminden beri bir şeyler yazıp, lafı dolandırıp duruyorum. Cümleler uzadıkça uzuyor farkında olmadan. Ne "Hoşçakal" diyebiliyorum ne de "Elveda"... Bu kadar mı zordur bu kelimelerden birini kullanmak ?.. Tamam, insanların içinde yaşadığı en temel paradokstur; sevdikleri ne varsa yok ederler. Ama bunu yapan zaten ben değilim ki ! Öyleyse bana ne oluyor, ne bu şimdi ? "Pişmanlık", "alışkanlık", "vazgeçemememek", "hepsi" ? Hiç biri...

“Ömrüm diyorum şimdi, ömrüm
Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
Öyle kal çünkü bu dünyada
Sana en çok mutsuzluk yakışıyor..”

Aslında her şey bir neden sonuç ilişkisi hayatta. Nedensiz sonuç, sonuçsuz neden olamıyor. Öyleyse, mantıklı bir nedeni olan herkes nasılsa her şeye katlanıyor değil mi ? Mesela şimdi ben, seni sevmiş bulundum ya -demek ki çok geçerli bir nedenim var-, beni sevmemiş olmana ya da sevsen bile benim olmamana rağmen, içinde bulunduğum durumu "normal" karşılayıp, "hayat bu, olur böyle şeyler" demeliyim belki de. Sonra uğruna emek verdiğim, savaştığım herşeyi bir yana bırakıp, yeni rüzgarlara yelken açmalıyım. Başka denizlerde aramalıyım kaybettiklerimi. Sonuçlarına katlanacak olan benim nasılsa.. Hem sen de öyle yapmıştın.. İşe yaradı mı bilmiyorum ama, bir şey söyleyeyim mi: İyiliğin, güzelliğin bir tarafa, ben en çok senin içindeki çocuğu ve onun masumiyetini sevmiştim. O çocuğu öldürdüğün gün, ne yazık ki bu savaşın bir galibi kalmadı.