Çarşamba, Haziran 26, 2013

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Onüç)



Belli ki “seyirci kalma” duygusu ağır bastı son yıllarda. Yoksa neden elimdeki her şeyden böylesine kolay vazgeçeyim öyle değil mi ? Zaman bu kadar hızlı akıyorken, insan hiç kendi hayatına dışarıdan bir tanıkmış gibi ya da bir başkasının hayatıymış gibi bakabilir mi ? Mesela çevremde elli kişi var diyelim; elliside farklı şey istiyor, elliside farklı kalıba oturtmaya çalışıyor beni. Ha bunu yaparken de kimsenin sorumluluk alması gibi bir durum mevzu bahis değil. Velev ki dediklerini yaptım, bağlayıcı bir sonuç yok ortada. Bir anda herkes dağılıp kendi köşesine çekiliyor; sen sağ, ben selamet. Ara ki bulabilesin. 

Beni “ben” yapan herşey karşımdaki insanların “istemek”, “ihtiyaç duymak” düzlemleri arasında pinpon topu şeklinde savrulup duruyor. Ama ben böyle olsun istemiyorum. Çünkü ben istendiği zaman bir mağazaya gidip rahatlıkla satın alınabilecek bir obje ya da ihtiyaç duyduğunda –yalnız hissetmemek için evde beslediğin- aynı rahatlıkla yanına çağırabileceğin bir ev hayvanı değilim ve hiç olmadım... Haliyle bitiriyorum bende, bırakıp gidiyorum, vazgeçiyorum. Artık nasıl bir yorgunluksa gerisini sen düşün.


Çevremde çok fazla insan yok ya da "var da yok".. Uzun süreli dostlukların adresi olamadım ne yazık ki. Arkadaşımlarım için de aynı durum geçerli. 6-7 yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım, o kadar öğrencim oldu; onlardan bile arayan soran yok şimdi. Hatta öyle ki, bu yıl öğretmenler gününde yaklaşık beşyüz öğrenciden yalnızca bir tanesi mesaj attı: "Meslek hayatımda bana doğru yolu gösteren, başarılarımla mutlu olup daima yanımda olduğunu hissettiren değerli hocam.. İyi ki varsın.." Kendimi ne kadar iyi hissettiğimi anlatamam. Üzerine hemen telefona sarıldım "Nasıl bir mesaj o kızım, amacın bu yaştan sonra beni ağlatmaksa, kutlarım başardın" dedim. Teşekkür ettim. 

Peki bu durum beni insanlara birkaç adım da olsa yaklaştırıyor mu ? Hayır.. Hala uzağım. Artık "çok kazık yemek mi ?" denir yoksa "güven sorunu mu ?" bilinmez. Belki hepsi, belki hiçbiri... Çünkü dünyadaki en sıkıcı şey, insanın her defasında ve sürekli olarak "ben iyi bir adamım", "güvenilir bir insanım", ya da "kimseyi hayal kırıklığına uğratmadım" türünden cümlelerle kendini birilerine kanıtlamaya çalışması. Ben o adam olmak istemiyorum artık.

Hayatı öğrenmek ona “alışmakla” başlıyor galiba... Niye o zaman hala alışamıyorum ?