Perşembe, Ocak 24, 2013

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Bir)



"Keşke bunları hiç yapmasaydım" dediğim çok az şey olmuştur hayatta. Yazmak da buna dahil. Ruhuna ve bedenine gereksiz yere zarar verecek onca olasılığın arasından yazı yazmayı seçmek daha iyi gibi sanki. En azından söyleyemediklerini cümle içinde kullanmanın verdiği o dayanılmaz rahatlama duygusu herşeye değer. Gerçi sonrası üzecek bilirim ama, yine de yazdıklarımdan şikayet etmedim bugüne kadar.

İnsanların genel bir yanılgıları vardır; herkesi/herşeyi birbirleriyle eşleştirmeye eğimlidirler. Nedenini anlayamadığım bir şekilde, zorunluymuş ya da otomatik davranış biçimleri buymuş gibi yaparlar; "Falancanın kızı şu gazetedeki kıza ne kadar da benziyor değil mi ?", "Eski sevgilim de böyle söylerdi, bu yüzden kavgalarımız hiç bitmezdi", "Bak sırf bundan dolayı ayrıldım eski eşimden, sen de aynı şeyi yapıyorsun şimdi"... türünden cümlelerin sonu gelmez bir türlü. Yetmez, hastalıklarını benzetirler.. Ezkaza başım ağrıyor diyen birine çekmecedeki ilaçlarından vermeye çalışanlar mı dersin, hastalığa teşhis koymaya çalışanlar mı ? Hiç bitmez bu döngü.. Oysa yedi milyar insan yaşar bu yerkürede, ama kimse kimseye benzemez. Rüzgarın önünde serbest salınımla gezen iki kar taneceği bile birbirine böylesine benzemezken, insanların aynı olması düşünülebilir mi ?

Bak şarkısı bile var : 

"benzemez kimse sana
tavrına hayran olayım
bakışından süzülen
işvene kurban olayım .."
 


Yani diyor ki; "Sen can olansın, aydınlığımsın. Hiçbir şey tutamaz yerini. Çocuk yüzünde gülümseme desem hiç bir çocuk gülmedi senin gibi içten; çiçek desem hiç biri senin gibi açmadı, senin gibi kokmadı. Mecnun çölleri aştı, Ferhat dağları deldi senin için.. Benzemez kimse sana.."  Gerçi bu kadar detaylı anlatmıyor ama bendeki yansıması böyle.. Güzel şarkıdır ama, hele hele Müzeyyen Senar'dan dinlersen bir de; içine içine işler adamın.

Açıkçası ben kimseyi kimseye benzetmem, benzetilmekten de hazzetmem. İnsanları ortak katların en küçüğü yahut ortak bölenlerin en büyüğü şeklinde ayrıştırmaktan imtina ederim. Çocukken de böyleydim, kimseyi eşleştirmezdim. Herkes tekti, biricikti. Ne biri diğerinin sevgisini, ne diğeri ötekinin özlemini doldurabilirdi yüreğimde.. Öyle saf, öyle temiz. Zaten beni çeken tarafı hepsinin birbirinden farklı olmasıydı. Hem insanları başka nasıl tanıyabilirdim ki ?

Herneyse, çok uzun zaman önce bir gün elime kağıdı kalemi aldım, birşeyler karaladım.. Bir süre sonra birşeyler daha karaladım, derken birşeyler daha... Kimse için değil, yalnızca kendim için. Çünkü yazı suskunluğumun sesiydi, kimse duymuyordu, kimse bilmiyordu ama olsun.. Ne yalan söyleyim bir taraftan öğrenmelerini de istemiyordum. Aradan 20 yıl geçti; yine günlerden bir gün, birisi yazdıklarımı okudu, çok beğendi. Bir amatör için fazla iyi olduğumu ve yazmam gerektiğini söyledi. Ben de yazacak kadar çok şey bilmediğimi söyledim ama o ısrar etti. "Peki yazayım yazmasına da, ne yazayım ?" dedim.. "Hiç birşey bilmiyorsan kendini yaz" dedi.   

İşte benim hikayem o gün başladı.. Anladım ki; bana yazar demeleri, beğenmeleri ya da yazma biçimimi birilerine benzetmeleri için değil; yalnızca "ben" yani "özgür" olabilmek için bile yazmaya değer.. Üstelik sonunun nasıl biteceğini düşünmeden...



devam edecek...