Cumartesi, Temmuz 16, 2011

(S)aklımdakiler XVII

“Daha doymamışız yaşamasına
Günlerimiz dün bir, bugün iki
Sakın bir şey bırakma yarına
Yarın yok ki."

Bugünlerde bir dağıtasım var. Öyle bir dağılayım ya da öyle bir dağıtayım ki, kimse toparlayamasın istiyorum. Kalbim çok yorgun, ruhum kimsesiz, aklımda uçuşan kelimeler sahipsiz, uykularım darmadağın... Sanki doğrularım ve yanlışlarım yer değiştiriyor da, hiçbirine hakim olamıyor gibiyim. "Birşey de yolunda gitse" diyorum kendi kendime, ama olmuyor. Sanırım kendi ellerimle paramparça ettiğim hayat,şimdi şimdi intikamını almaya başlıyor boşa geçirdiğim yılların. Ve ne gariptir ki, beni öldürürken kullandığı o acımasız silah yine sensin.. Hep söylerim ya.. hayat işte ! Bir yanda sevdiğim kadın, diğer yanda ölüm meleğim.. İkisi de aynı kişi...

“Unuturum diye uyudum...
Yine seninle uyandım...
Belli ki uyurken de sevmişim seni...”

Aylar oldu uyumamıyorum. Her görüşmemizden sonra zaman kavramım alt-üst, yerle bir.. Hele benim için kurduğun cümlelerden sonra, hayallerimle gerçekler arasındaki çizgi gitgide kayboluyor. Ne hayallerim yetiyor, ne gerçeklerim. Geçmişle bugün arasında hiç bitmeyen bir yolculuğa çıkmış bir seyyah gibi sürüklenip duruyorum. Son durağı da bilmiyorum, nerede durmam gerektiğini de.. "Yaşıyor" gibi, "Konuşuyor" gibi, "Sevmiyor" gibi yapmaktan sıkıldım artık. “Yazma o zaman” diyeceksin, biliyorum. Yazdıkça hatırlıyorum değil mi ? Kendime yapabileceğım en büyük iyilik bu; yazmamak yani.. Denemediğimi mi sanıyorsun ? Onlarca kez bu sözü versem de olmuyor, beceremiyorum ben.. Çünkü içimde bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen, susturamadığım bir ses var.. O sürekli “yaz” diyor.. Ben de yazıyorum.. Yazdıkça aynı yalnızlıkta bir çoğalıyorum, bir boğuluyorum.

“Yatağına yatınca
Yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan
Anla ki yalnızsın... “

Vedaları oldum olası sevemedim, çünkü veda etmek beraberinde ayrılığı getiriyor. Bendeki karşılığı "Gitmek" eylemiyle eşdeğer. Hiçbir gidişin dönüşü olmaz ya, ondan belki. Ya da birini uğurlarken, kendi bir yere giderken insan hep bir tedirginlik duyar ya, böyle bir midenin huzursuzluğunu yaşar. Sanki kalbiyle midesi yer değiştirmiştir. Kalp olması gereken yerde değil de, midesinde atıyor gibi olur. Şaşkındır, ne yapacağını bilemez. Daha önce yaşadığı bir durum değildir ki nereden bilsin ? Yolun ne kadar süreceği yahut yolun sonunda neyin beklediği değildir önemli olan. Önemli olan giden olmak ya da kalan olmaktır.. Belki vedalı, belki vedasız belki de hiç dönmemecesine.. Öyle şuursuz ve boş gözlerle etrafa bakarken şunun farkına varır; artık yalnızdır. Ne masada bir sandalye, ne sofrada fazladan bir tabak, ne kapıdaki terlikler, ne çamaşır sepetindeki renkliler, ne aynanın önündeki diş fırçası, ne yastığında bıraktığı iz, ne de günün ilk merhabası.. Anlar ki, adının bir başkası tarafından söylenmediği hiçbir sabahın değeri yoktur. Çok geç ama !.. Düşünsene; bir gün uyanıyorsun, yataktan kalkıp bir bakıyorsun ki, hayatında değerli/değersiz, önemli/önemsiz ne varsa gitmiş.. Sonrası malum zaten, kocaman bir hayal kırıklığı, bir o kadar da mutsuzluk. Yalnız insan, bir başına ne yapacağını bilmez ki..

"senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata..
varsın yara içinde kalsın dizlerim,
yüreğim kadar acımaz nasıl olsa."

O gitti.. Şimdi sıra sende.. Sen de gideceksin. Derken diğerleri de.. Çünkü başlarda gördüğün, bilmediğin ama oldukça ilgini çeken pek çok iyi özellik zaman geçtikçe aklında yer etmeye başlayacak. Kendince iyileri kötüleri ayıracaksın, sana uygun olanları seçip yaşamının içine katacaksın. Ondan sonra sıkılmaya başlayacaksın. Karşındakini özel kılan herşey zamanla rahatsız edecek. Sen seversin/mutlu olursun diye tasarlanmış ve ince düşünülmüş sürprizler bile gözüne batacak. Haliyle değişmesini isteyeceksin, ama o değişmeyecek. Sen zaten onun bu halini sevdiğin için beraber değil miydin ? Peki şimdi fazla gelen ne ? İşte bu sorunun cevabını bilsen de görmezden geleceksin. Sonra ne olacak ? Daha dün uğruna dünyayı bile karşına aldığın, bırak akşamları yüzünü görmemeyi, her gün saat başı sesini bile duymadan yapamadığın o varlıkla yüzyüze/karşı karşıya bile gelmek istemeyeceksin.

Yaşamın devinimi bu belki ya da öyle değil, bu tür ayrılıklar hep benim başıma geliyor, bilemiyorum şimdi. Ama bir dengesizlik olduğu kesin. Yani evrende herhangi bir gezegende yaşam olasılığı 3 milyonda bir, bu gezegende örneğin anne-babamın tanışma olasılığı 2,5 katrilyonda bir ve herşey yolunda giderse bu çiftten benim doğma olasılığım 30 milyonda 1'se; ortada gerçekten bir sorun var demektir.

İnsan herkesten, herşeyden kaçıyor kaçmasına da.. bir tek kendinden kaçamıyor..

Perşembe, Temmuz 07, 2011

(S)aklımdakiler XVI

"Denize ilk giren çocuk masumiyetiyle
seviyorum seni ;
Boğulacakmışım gibi..."

İnsan yine de bir kalemde silip atamıyor değil mi ? Yıllar geçse, yollar ayrılsa, içindeki şehirler-ülkeler değişse, dünyanın bütün yağmurları üzerine yağsa, bütün şiiler bir araya gelip "unuttum seni" dese bile silinmiyor..

Kara ufak ufak görünmeye başladı nihayetinde. Bir yolculuk daha bitiyor. Bugünleri de görecekmişiz meğer; bak sonunda kaptanın seyir defterinde boş yaprak kalmadı. Kıyıya ulaşınca bütün notları sahiplerine teslim edip, kalemi bırakacağım elimden. Ne kadar süreceğini bilmediğim bir zaman dilimine, susarak eşlik edeceğim.. Uzun yolculukların kaderi hep böyle, bilmediğim bir şey değil. Hayat dediğin de bu değil mi zaten ? O hep bir şeyler ister, biz de "razı olup" yerine getiririz. Sonrası malum; camdan kalpler ve kırıkları..

Sen bakma insanların “beni sevecek birini arıyorum” masallarına.. Hepsi yalan.. Çünkü insan dediğin sevmeyi bilmez, bilmediği için sevilmekten korkar. Sevildiğini hissettikçe kaçar nedense. Bir insanı kaybetmenin yegâne yoludur bu. Özel birşey yapmana gerek yok; "seni seviyorum" de yeter.. Zaten o kendiliğinden gidecektir. "Sevgi" kelimesini duyan insanlar -anlaşılmaz bir şekilde- sanki dünyanın en kötü, en savunmasız, en aşağılık ve en zayıf düşüren duygusuna yakalanmış gibi davranırlar. Bir adım ötesinde panik halde ne yapacağını bilmeden çaresiz kaldıklarını düşünüp, unutmaya ya da hiç birşey olmamış gibi rol yapmaya çalışırlar. İz bırakmamak için önce ardında kalanları siler ve sonra gün gelir aklında kalbinde kalan her şeyi yok/yaşanmamış sayarlar. Yok saymak kanayan yaraya merhemdir bir bakıma, çünkü yok sayınca içindeki sevgiyi öldürmek daha kolay olur. Her gün onun gelip seni öldüreceği korkusuyla yaşamaktansa, erken davranıp onu öldürmek en iyisidir.

En çok acıttığımız kişilerin, aslında en sevdiklerimiz oluşu ne garip değil mi ?

"Sus be yüreğim,
bende biliyorum özlediğimi;
Susta bilmesin özlendiğini..."

Dün gece temizlik yapıyorum evde.. Cep telefonu mesajları, sosyal paylaşım sitelerinden gelen mesajlar, elektronik postalar vesaire.. Bir yandan okuyorum, bir yandan siliyorum. Sıra geldi senden gelenlere.. Biliyor musun; biz ayrılalı tam bir yıl olmuş. Zaman ne hızlı geçmiş meğer. Şaşırmadım desem yalan. Oysa hala dün gibi, yağmurlu bir Beyoğlu akşamı ilk buluşmamız. Eskiler, yeniler, ne oldu, ne olacak derken giderek uzun zaman dilimlerine yayılmış tadımlık sohbetler, rakı sofraları.. Başlarda hiç aklımda yoktun, gerçekten ama.. Zaten görüşmelerimizin böylesine uzun süreceği de hiç aklıma gelmemişti. Günübirlik bir buluşma demiştim kendi kendime. Çünkü son beş senede beş kez aramamıştın.

Genelde bu tür buluşmaların ortak noktası kimseye söylenemeyen bir durumun tanıdık ama bir o kadar gözden ırak birine anlatılmasıdır. En yakınındakiyle bile paylaşılamayacak türden konular yani. Bu gibi durumlarda rahat konuşabilmek için; güven sorunu yaşamayacağın; uzakta olan ve yakın çevreni tanımayan; en önemlisi öğrendiklerini ileride kimseye anlatma tehlikesi olmayan; hatta mümkünse -kısmen de olsa zayıf noktalarını öğreneceği için- bir daha karşı karşıya gelinmek istenmeyen bir aday seçilir. Ve işte karşınızda: Ben.. Sohbetlerin teması hep aynıdır ya "İş" ya "Aşk" .. "Kelin ilacı olsa önce kendi kafasına sürer" derler ya, neyse..

"Önüne geçemediğin tek şey kaderdir..
Seni yaşama bağlayan herşey aslında bir mucizedir...!
Bugün yaşadığın herşey, dünden kalma sebeplerdir.
Ve aslında hayat dediğin ; Yaşayabildiğin kadar güzeldir..!"

Aşk acısı yaşayanlar hem nefret ederler, hem giden aşklarını özlerler. Çıkarımlar ve verilen örnekler çelişkilidir hep. Yaptıkları, yapamadıkları, eksik bıraktıkları, vesaire.. bitmez bütün gece. Benim en çok kızdığım gecenin bir yarısı alkolün de etkisiyle, filmi kopardıkları kısım. Çünkü hiç kimsenin eski aşkıyla karşılaştırılmayı istemem. Ya da “e sen olgun, deneyimleri bana göre daha çok olan bir adamsın, şimdi sen sevgiline böyle mi yapardın ?” sorusunu sevmem. Bu cümleyi duyduğum an, anlarım ki karşımdaki beni yara bandı olarak kullanmaya başladı ve kirletiliyorum. İnsan aynı sahneyi bin kez yaşayınca, haliyle aklına gelen ilk cümle de aynı oluyor; “galiba bu hayat denen meret, doğru zamanda doğru yerde olamamaklar bütününden mütevellit, yanlışlıklar sirki”..

İş hayatıyla ilgili sorunlar –birlikte oturduğun kişiye anında iş bulma imkanı sağlama dışında- daha kolay. Gerçi ne yalan söyleyim sen buluşalım dediğinde, bütün günüm “yara bandı” hazırlamakla geçti. Beş yıl boyunca birikmiş yaraları sarması kolay olmayacaktı. Aslında hem buluşmamız, hem konuştuklarımız sürpriz oldu benim için. Çünkü bir konuya takılıp kalmadan, yalnızlıklarımızla zaman tünelinde geçmişe gitmek ve tekrar bugüne birlikte dönmek çok keyiflidi.. Bu tür mutluluklar genelde “anlık” olduğu ve tekrarı yaşanmayacağı için, sonrası gelmez diye düşündüm. Ne de olsa ihtiyacın olan kısmı en ince ayrıntısına kadar öğrenmiştin. Bir gün yağmur olacağını ilk o gece anladım. Hani yağmuru da tutamazsın akar gider ya, aynı şekilde seni de tutamayacağımı biliyordum. Beş yıl aradan sonra bir akşam hayatıma girip, sihirli bir dokunuşla beni kendime getirip gitme olasılığın oldukça yüksekti. “Aramaz” dedim. Gerçekten birkaç hafta aramadın da. Gerçi bugüne kadar kim aramıştı ki ? Öyleyse beklemek de yersizdi.. Ama aradın.

"Kimi sevsem sensin / hayret
Sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
Gözleri maviyken yaprak yeşili
Senin sesinle konuşuyor elbet
Yarım bakışları o kadar tehlikeli
Senin sigaranı senin gibi içiyor
Kimi sevsem sensin / hayret
Senden nedense vazgeçilemiyor.."

Dedim ya başlarda hiç aklımda yoktun. Alışmam, bağlanmam, yazdıklarıma seni ortak etmem hep sonradan oldu.. Herkesin bildiği, anladığı ya da sandığı gibi değil ama.. Bir insana yaklaşmadan, dokunmadan, elini tutmadan, başını omzuna yaslamadan nasıl seviliyorsa öyle. Karşılıksız, saf, temiz. İçimde nasıl büyüdüğünü şimdi hatırlamıyorum. Ama bir kırılma noktası vardı. Çünkü bir gece elimde kalem birşeyler karalamaya çalışırken şöyle bir cümle yazdığımı farkettim :

“Bir taraftan elimizde mis kokulu kahve fincanları, diğer taraftan bardaktan boşanırcasına yağan yağmur. Kesik kesik ama birbirini tamamlayan cümleler ve iki adım ötedeki fırtınaya aldırmadan geçen zaman.. Önce farketmemiştim ağladığını -ne garip, oysa böyle kareleri hiç kaçırmam. Tamam görünüşte ağlamıyordun belki ama, yağmur güzel saklıyordu içine akan gözyaşlarını. Çok sonra ses tonun ele verdi kendini. Saklamaya çalışsan da, bakışların yetiyordu. Anladım ki aynı hapishanede ve belki de yan yana hücrelerde kilitli kalmıştık.. Üstelik arayacak ya da kurtacak hiç kimsemiz yoktu.”

Fotoğraftaki kadın şaşırtacak derecede sana benziyordu. Sanki uzakta kalan, geçmiş bir zaman diliminde, birlikte yaşamıştık bu kareyi. Oysa seni düşünerek yazmamıştım. Önce bilinçaltının oynadığı bir oyun gibi geldi. Sonra tekrar okudum, sonra tekrar ve tekrar.. derken günler, geceler geçti. Belki on gün, belki onbeş gün hiç birşey yazamadım. Sonra birlikte geçirdiğimiz ilk günden bu yana, bütün buluşmalarımızı, konuşmalarımızı, yaşadıklarımızı topladım ve yazdığım binlerce kelimeye böldüm.. Artık emindim. O fotoğraftaki kadın kesinlikle sendin. O günden sonra -okumasan da, bilmesen de- bütün hikayelerimi sana yazacaktım. Bu satırlar dahil tam altı yıl oldu.

Yine bıraktığın yerdeyim.. Ama artık bıraktığın o adam, ben değilim..