Pazartesi, Mart 26, 2007

Sıradışı Notlar Bölüm III



Kayboldum ben..
Bedenimi ve ruhumu taşıyacak, sonsuza ulaştıracak dahası huzur bulmamı sağlayacak bir amacım yok benim.. Olanlar zaten bana ait değil. Taşıması zor, ağırlığı çok; üstelik yaş 40 ve bir kırk yıl daha yaşamak -ki muhtemelen o da- yok..

"Mış" gibi yapmaktan, böyle bir hayata tanık olmaktan, birileri tarafından zorla içine çekilmekten, hergün birşeyleri sürdürmeye çalışmaktan çok sıkıldım...

Salı, Mart 13, 2007

Sıradan Notlar V

İnsanın bir tek ve hep aynı yaşamı yok. Peş peşe eklenen birçok yaşamı var ve sanırım çektiği acıların nedeni de bu... Umut edilen ama karşılaşılamayan bir yaşam, kelimelerde can bulmaya çalışan düşler, belki tam anlamıyla anlaşılamamak ve uzuuunca bir süre sessiz sakin geçen yıllar... Yine de, herşeye inat, tüm yalnızlık hesaplaşmalarından sonra kalabalığa dönüş... Canım acıyor biraz.. Belki farkında olmadan biraz da acıtıyorum. Ama yalnızlığımdan bir türlü vazgeçemiyor ve içimdekini korumaya çalışıyorum.. Ben en çok yağmuru özlüyorum...

Çarşamba, Mart 07, 2007

Kaptanın Seyir Defteri; Yıldız Tarihi...

Bugün tam 1 sene oldu. Yaşamın bu kadar anlamsız olacağı hiç aklıma gelmezdi. Yani tarifi biraz zor bu durumun, genel bir isteksizlik denilebilir. Hiçbirşey yapmak istemiyorum : İşe gitmek, dışarı çıkmak, yemek yemek, televizyon seyretmek, müzik dinlemek... Hatta içtiğim sigaradan bile tat alabildiğim söylenemez. Oysa sigarayı bırakmam için ne kadar baskı yapmıştın, hatırlıyor musun ? Şimdi canım içmek bile istemiyor.

Kimseyle görüşmüyorum şu sıralar, iş arkadaşlarım dahil. Zaten bu halimden en çok onlar şikayetçi. Ne selam var ne sabah. Biliyorsun hepsiyle bir aile gibiyiz. Onlarda anlam veremiyorlar. Gerçi yolunda gitmeyen birşeyler olduğunun farkında hepsi ama cesaret edipte soramıyorlar bir türlü. Hem sorsalar ne olacak ki, “O gitti ve geri dönmeyecek ” diyebilecek miyim ? Hayır...

Bir de günlük tutmaya başladım. Aslında çocukluğumdan beri hep bir günlüğüm olsun isterdim. Birkaç kez aldım da. Klasik, sınıf arkadaşlarına doldurulan sayfalar olmasından öteye gitmedi : “Sepet sepet yumurta sakın beni unutma”. Aslında her defasında kendim yazacağım dedim, iki üç sayfada karaladım, ancak çocukluğumun küçük dünyası içinde boğulduğumu hissettim. Nedenini bugün anlayabiliyorum ; ben hiç çocuk olamadım ki.

Neyse işte, günlük iyi gidiyor - en azından şimdilik. Hergün yazamıyorum tabi. Aklıma geldikçe, farklı olaylar yaşadıkça. Diğer taraftan yazmak garip gelmiyor değil hani, pek ak'lı selim işi değil gibi.. Roman kahramanı da değilim ki sonunda yakışıklı bir şekilde öleyim... Yok, korkma. Zaten, ben istesem de yapamam. Dedim ya kendi kendime garip geldim.

Yokluğuna alışamıyorum. Hangi yüze baksam sen. Kiminle konuşsam sen. Kalbim çarpsa sen.
Hatta kapı çalsa, mektup gelse yine sen ve hep sen, ve geride kalan koskocaman bir yıl. Sanki bir ömür.. Yazdıkça anlıyorum şimdi, meğer sana söylemediğim ne çok şey varmış, anlatmadığım ne çok şey. Biz ne güzel günler yaşamışız meğer. Hiçbirini unutmamışım, bu daha güzel.

Peki şimdi mutlu musun ?


“ En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...”