Pazartesi, Kasım 07, 2011

(S)aklımdakiler XXII


''Söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde,
bir kaktüs bol sudan nasıl çürürse öyle...''

Fırtınalı bir denizin ortasında yakalandım sana ben. Dalgalar boyumu aşmıştı. Çırıpınıp duruyordum. Önceleri uzaktan geçen bir gemi gibiydin. Sonra fırtınaya rağmen korkmadan, çekinmeden yanıbaşıma kadar geldin. Durdun ve izledin. Sandım ki yardım edeceksin. Batmama izin vermeyip, yaşatacaksın. Sonra kıyıya kadar kucaklayacak, saracak ve sarmalayacaksın.. Ben dalgalardan yorgun düşmüş gemi, sen de kurtarıcım-baştacım olacaksın. Ve sandım ki; bir gün açık denizleri özleyip gideceğini bilsem bile; o günün gelmesini bekleyen insanlar gibi zavallı değil, seninle birlikte geçirdiğim her dakikanın verdiği mutlulukla yaşayacağım.. Ve seni, bensiz çıkacağın son yolculuğa yine ben uğurlayacağım.

Birşey soracağım, dürüst ol ama; sen beni gerçekten sevdin mi ?

“İki seçeneğin var;
Ya kal,
Ya gitme..”

Bugünlerde canım çok sıkkın.. Belki biraz tedirgin, biraz üzgün.. Çokça düşünceli ve bir o kadar da yorgunum. Ne kendimi tanıyabiliyorum, ne yaptıklarıma anlam verebiliyorum. Aynadaki o adam ben olamam. O ben değilim artık, bir başkası. Çünkü ben maske takamam; mesela "sevmiyormuş" gibi davranamam ya da "gidiyormuş" gibi yapamam. "Miş" li geçmiş zamanın gölgesinde yaşayamam.

Günler, haftalar, aylar sürdüğüne; sayfalar dolusu hikaye yazdığıma aldanma sakın ! Elbette hiç birşey olmamış gibi davranamam ama bu "hiç unutmayacağım" yahut "sonsuza kadar bıraktığın yerde bekleyeceğim" anlamına gelmesin. Giden olmak kolaydır. Gidersin ve geri dönmezsin. Umursamazsın, ardında ne bıraktığını düşünmezsin. Ve bilmezsin, aslında bütün acıyı kalanlar çeker. Yokluktan bir tek onlar anlar. İnsan nasıl kendisiyle konuşur aynalarda, sessizliğin içinde çok uzaktan esen rüzgarın uğultusunu nasıl duyar, elleri ıssızlığın içinde nasıl dokunur boşluğa, karanlıkta eve giden yolu nasıl bulur; bir tek onlar bilir. Giden gittiğine ve geri dönmeyeceğine göre bedeli kim ödeyecek sanıyorsun ? Onlar...

Bir şeyi merak ediyorum, seni gerçekten ne kadar çok sevdiğimi ne zaman anlayacaktın; sevmediğim ya da vazgeçtiğim zaman mı ?

"Üç harf yanyana kaç şekilde gelir bilir misin..?
Aşk dersin.
Sen dersin.
Ben dersin.
Sen, ben biter; Biz dersin.
Gün gelir git dersin.
Peki dur kelimesinden haberdar değil misin..?
Dur demeyi bilmez misin..?
Git demek kolay, dur diyebilecek kadar yürekli misin..?"

"Vermeden alınmayan tek şeydir mutluluk" demiştim sana hatırladın mı ? Bu bakışı biliyorum.. hatırlamadın.. Olsun, önemli değil. Aslında bütün derdim neydi biliyor musun ? En sadesinden, kendi halinde ve basit bir veda notu yazmak. Bu notu başucuna bırakıp gidecektim. Böylesine sayfalar dolusu hikayeler, edebi anlatımlar ya da seni düşünürken aklımdan geçen sevgi sözcükleri olmayacaktı.

Dedim ya, vedaları oldum olası sevemedim. Küçük bir "hoşçakal" cümlesi ne kadar zor olabilir diyeceksin, ama ben bugüne kadar; kapımın eşiğinde süt verdiğim yavru kediye "git" diyemezken, ölesiye sevdiğim birine nasıl veda edebilirdim ? Edemedim de, o notu bırakamadım. "Umut, sahibi olanı kendine köle edendir" derler, doğruymuş. Kısa bir süre için bile olsa, mutluluğu hakeden birçok insan gibi, kendi halinde, masumane ve ayrıntıları kimse tarafından bilinmeyen, çok tanıdık bir melodiyi seninle birlikte çalmayı hayal ettim.. İşin kötü tarafı ne o notu gördün, ne de o notu veremediğim için yıllardır elimde kağıt-kalem yazdığım bu isimsiz hikayeleri okudun. Seni bende arayanların sayısı tükenince anladım ki, sen benden gideli çok olmuş.. Şimdi sıra bende.. Artık yeni denizlere, yeni ufuklara yelken açma zamanı geldi.

Bütün cam kırıklarımı topladım, hepsi cebimde.. Ve korkmuyorum artık canımı yakacaklar diye.