Cumartesi, Ağustos 20, 2011

(S)aklımdakiler XIX

"İyi oldu gelmediğin
Alınmanı istemem
Darılman üzer beni
Sana yalan söyleyemem
Tabii ki sevdim seni
Sende sığ suları
Sende martıları
Açık denizlerden habersiz balıkları
Geçemeyeceğin köprüleri
Düşleyemeyeceğin mavileri
Sende korkaklığı sevdim
İyi oldu gelmediğin."

Sana bu notu bulutlu bir ilkbahar sabahı, gözlerinin ışıltısını yalnızca benim görebileceğim kadar yakın ama senin göremeyeceğin kadar uzak bir mesafeden, hani o aşacağın son tepenin ardından yazıyorum benim bahar güneşim. İlk defa duyuyorsun bunu değil mi, daha önce hiç söylemedim. Belki söyleyemedim, belki söylemezden geldim, belki de bir gün zaten gideceğini bilmenin verdiği rahatlıkla kendime sakladım.. "Keşke" dediğim an oldu mu dersen.. Oldu, ne yalan söyleyim. Birini böylesine karşılıksız sevmek hiç aklımda yoktu. Kulağa çok mantıklı gelmediğinin ben de farkındayım; öyle ya karşılık beklemeden kim ne yapıyor ki !.. Üstelik "karşılıksız" ın, karşılığını bilen kimse kalmadı. Ama olsun, ben böyle de mutluyum.. Sonunu bildiğim bir yolculuğa başladığım halde, bir an bile pişmanlık duymadım. Şimdi aniden bastıran yağmura yakalanmış bir yolcu gibiyim, düğümlenmiş ve sırıksıklam. İşin doğrusu ne kaçabiliyorum ne de saklanabiliyorum.

"Sokakların gün batınca neden boşaldığını
ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum.
Konuşsam ; sessizlik / gitsem : Ayrılık..."

Seni göremediğim zaman, güneşin doğmasını istemediğim günlerim oldu benim biliyor musun ? O yüzden senden başka hiç kimseye bu kadar çok yakışmaz bu isim : "Bahar Güneşi"... Ne de güzel gülümsüyorsun o aydınlık gözlerinle. Güneş sanki gökyüzüne değil de gözlerine doğuyor her sabah.. Ve akşamları yine senin gözlerinde batıyor uçsuz bucaksız denizler boyunca. Oysa biz seninle hiç bir gün doğumunu ya da batımını birlikte karşılamadık değil mi ? Ama imkansızı düşleyen insanlar, bizden çok uzun yıllar önce buna bir isim bulmuşlar zaten ve : "Umut" demişler. Yoksa zamansızlığın hapsettiği bir adanın iki farklı yakasında mahsur kalsak bile, saatlerimizi yine birbirimize göre ayarlayamayacağız biz, belli..

“Her seven
Sevilenin boy aynasıdır.
Sevmek
Sevilenin o aynaya bakmasıdır..”

Çocukluğumda yazmayı hiç sevmezdim. O dönemden elimde "sepet sepet yumurta sakın beni unutma" dan başka kalan hiçbir şey yok. Bütün çocuklar anne-babalarından günlük almalarını isterken, ben ya resim defteri ya da çizgi romanı tercih ederdim. Onlar defterlerine birşeyler karalamam için kovalardı, ben de yazmamak için hiç durmadan kaçardım. Yakalandıklarıma yazdığım cümle de hep aynıydı. Yumurtaların hiçbir kabahati yok, ayrıca defterine not yazdığım herkes beni unuttu.. İşe bak ki tam otuz yıl sonra bugün - kimsenin zorlaması olmadan - elimde kağıt kalem oturmuş sana bir mektup yazıyorum, iadesiz/taahhütsüz. Üstelik postaya vermeyeceğimi bile bile... Ama söyler misin, kocaman bir kalbin küçücük bir sayfaya sığdığı nerede görülmüş ? O halde göndermenin bir anlamı var mı ?

Hiçbir şeyi sorgulamıyorum, rahat ol. Yalnızca iç döküş bu, o da dilim döndüğünce aklım elverdiğince. Bu kadar zaman sonra hayatı senin yaptıkların ya da benim yapmadıklarım şeklinde ikiye ayırmak ne derece saçmaysa, şu anda sormak ya da sorgulamak da o kadar yanlış. Daha ilk karşılaşmamızda, duygusal olarak bütünleşsek bile zamanı tutturamayacağımızı biliyordum. İster "iş" de, ister "ev".. Sanki aramızda bitip tükenmek bilmeyen yollar ve adını bilmediğimiz şehirler vardı. Hangisine gitsek buluşamıyorduk. Aradan yıllar geçiyordu, ama bir türlü bahar gelmiyordu. O gelmeyince güneş doğmuyordu ve sen, isimsiz bir siluet olarak kalıyordun düşlerimde. İşte bu yüzden hayattan bir mola istedim. Sandım ki bu molayı alırsam, zamanı durduracağım ve o durmuşken içinden birlikte geçeceğiz. Birbirimiz için aklımızdan, kalbimizden geçen ne varsa, sonunda hepsi cevap bulacak.

Hani Ece Ayhan'ın bir sözü vardır, der ki ;
"Tek dileğim ne biliyormusun? Gözlerimi kapamış senli hayaller kurarken, gözlerimi açtığımda yanımda olman.."

İşte öyle...

Perşembe, Ağustos 04, 2011

(S)aklımdakiler XVIII

"Kimisi çocukluğuma;
Kimisi cahilliğime geldi.
Kimisini ne istediğimi bilmeden sevdim..!
Kimisini kendimi bilmediğimden sevdim.
Büyüdüğümü, olgunlaştığımı hissettiğim zaman ise ; Seni sevdim...
Şimdi düşündüğümde çocukluk işte diyorum gülüyorum.
Aradaki farkda burada, diğerlerini çocukca ;
Seni kendim gibi seviyorum..."

Seni ne zaman düşünsem gökyüzündeki yıldızları sayıyorum. Hepsine yeni bir ad takıyorum. En çok parlayanı hangisi ise onu seçip "bu o" diyorum kendi kendime; "Bu o ve bana bakıp, gülümsüyor".. Ne zaman aklıma düşsen deniz kıyısına gidip boğazdan geçen gemileri izliyorum. İçlerinden birinde senin de olma olasılığını düşünüp, hepsine tek tek el sallıyorum. Ne zaman gönül telim sızlasa, senin sevdiğin şarkıları arka arkaya sıralayıp yol boyunca “burada olsaydı şimdi şunu dinlemek isterdi” diyorum. Yanımdaymışsın gibi o şarkıyı söylüyorum... Ve ben ne zaman gökyüzünde kanat çırpan bir kuş görsem, seni düşleyip, senin adını veriyorum... Uçarken onu seyredip, onun kanat çırpışlarıyla dönüyorum hayata ve bekliyorum. Çünkü biliyorum ki ne kadar uzakta olursan ol, yorulduğunda beni arayacak ve gelip yine benim avuçlarıma konacaksın..

Hani bir zaman "varlık ne, yokluk ne ?" diye sormuştun ya.. işte böyle bir şey...

''Söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde,
bir kaktüs bol sudan nasıl çürürse öyle...''

Aslında haklısın, bugünlerde dağınığım. İçtiğim bir bardak suyun bile tadı yok damağımda. Ne kendimi toparlayabiliyorum, ne hayatımı bir düzene sokabiliyorum; ne arayabiliyorum, ne karşına çıkabiliyorum; ne gidebiliyorum, ne kalabiliyorum; ne hikayemi yazabiliyorum, ne de sonlandırabiliyorum.. İhtiyaca binaen anksiyete bozukluğu üzerine marine edilmiş isteksiz ruh sendromu. Ne söylesem boş. Karşılıkları yok çünkü. Sanırım gerçek ile hayal arasında bir yerde sıkıştım kaldım. İçgüdülerimle yolu bulmaya çalışıyorum. Ancak an geliyor, sesim kısılıyor bağıramıyorum, an geliyor nefessiz kalıyor boğuluyorum. Konuşamıyorum, anlayamıyorum, anlatamıyorum...

"Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır."

Oysa önce duygu vardı değil mi ?.. Sonra kelimeler geldi peşinden. Çünkü başka türlü anlatılamazdı.. derken virgüller, üç noktalar, soru işaretleri ve ünlemler belirdi. Hepsi bir cümleyi oluşturmaya çalıştı belki de, kimbilir ?.. Belki de 29 harfli bir alfabenin içinde birbirinden bağımsız üç harf bir araya gelecek, cümleye bile gerek kalmadan kocaman bir duyguyu tanımlayacaktı ve sıradan bir hayatı tamamlayıp, anlamlandıracaktı... Olmadı işte, olamadı. Olmaya çalışanların çoğu yarım kaldı. Yani kelimeler diyorum; kelimeler yetmiyor.. Anlatamıyorum.. Bir tarafım hep eksik.

"her insanın bir öyküsü vardır,
ama her insanın bir şiiri yoktur"

Zamanın birinde iki kız kardeş varmış, çok akıllılarmış.. Etrafındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün anneleri onları dağdaki bilge bir adama götürmeye karar vermiş. Çocuklar, bilge adamla bir süre çok mutlu olmuşlar ama sonra sıkılmaya başlamışlar. "Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım" diye düşünmüşler.. Biri "Buldum..!" diye sevinmiş :

- İki elimin arasında bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım: "Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü..? 'Ölü' derse, kelebeği bırakacağım. 'Canlı' derse, avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse desin cevabı bilemeyecek.

Neyse uzatmayım, günlerden bir gün yine bilgenin yanına gitmişler. Kız kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış ve sormuş :

- Avucumun içinde bir kelebek var : canlı mı, ölü mü..?

Bilge adam cevap vermeden önce uzun uzun kızın gözlerine bakmış, ve demiş ki :
- Senin elinde kızım. Senin elinde.. Canlı kalması da, ölü olması da senin elinde..!


Güzel hikaye değil mi ?
Şimdi söyle bana, sence ben yaşıyor muyum hâlâ ?