''Söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde,
bir kaktüs bol sudan nasıl çürürse öyle...''
Fırtınalı bir
denizin ortasında yakalandım sana ben. Dalgalar boyumu aşmıştı. Çırıpınıp
duruyordum. Önceleri uzaktan geçen bir gemi gibiydin. Sonra fırtınaya rağmen
korkmadan, çekinmeden yanıbaşıma kadar geldin. Durdun ve izledin. Sandım ki
yardım edeceksin. Batmama izin vermeyip, yaşatacaksın. Sonra kıyıya kadar
kucaklayacak, saracak ve sarmalayacaksın.. Ben dalgalardan yorgun düşmüş gemi,
sen de kurtarıcım-baştacım olacaksın. Ve sandım ki; bir gün açık denizleri
özleyip gideceğini bilsem bile; o günün gelmesini bekleyen insanlar gibi
zavallı değil, seninle birlikte geçirdiğim her dakikanın verdiği mutlulukla
yaşayacağım.. Ve seni, bensiz çıkacağın son yolculuğa yine ben uğurlayacağım.
Birşey
soracağım, dürüst ol ama; sen beni gerçekten sevdin mi ?
“İki seçeneğin var;
Ya kal,
Ya gitme..”
Bugünlerde
canım çok sıkkın.. Belki biraz tedirgin, biraz üzgün.. Çokça düşünceli ve bir o
kadar da yorgunum. Ne kendimi tanıyabiliyorum, ne yaptıklarıma anlam
verebiliyorum. Aynadaki o adam ben olamam. O ben değilim artık, bir başkası.
Çünkü ben maske takamam; mesela "sevmiyormuş" gibi davranamam ya da
"gidiyormuş" gibi yapamam. "Miş" li geçmiş zamanın
gölgesinde yaşayamam.
Günler,
haftalar, aylar sürdüğüne; sayfalar dolusu hikaye yazdığıma aldanma sakın !
Elbette hiç birşey olmamış gibi davranamam ama bu "hiç unutmayacağım"
yahut "sonsuza kadar bıraktığın yerde bekleyeceğim" anlamına
gelmesin. Giden olmak kolaydır. Gidersin ve geri dönmezsin. Umursamazsın,
ardında ne bıraktığını düşünmezsin. Ve bilmezsin, aslında bütün acıyı kalanlar
çeker. Yokluktan bir tek onlar anlar. İnsan nasıl kendisiyle konuşur aynalarda,
sessizliğin içinde çok uzaktan esen rüzgarın uğultusunu nasıl duyar, elleri
ıssızlığın içinde nasıl dokunur boşluğa, karanlıkta eve giden yolu nasıl bulur;
bir tek onlar bilir. Giden gittiğine ve geri dönmeyeceğine göre bedeli kim
ödeyecek sanıyorsun ? Onlar...
Bir şeyi merak
ediyorum, seni gerçekten ne kadar çok sevdiğimi ne zaman anlayacaktın;
sevmediğim ya da vazgeçtiğim zaman mı ?
"Üç harf yanyana kaç şekilde gelir bilir misin..?
Aşk dersin.
Sen dersin.
Ben dersin.
Sen, ben biter; Biz dersin.
Gün gelir git dersin.
Peki dur kelimesinden haberdar değil misin..?
Dur demeyi bilmez misin..?
Git demek kolay, dur diyebilecek kadar yürekli
misin..?"
"Vermeden
alınmayan tek şeydir mutluluk" demiştim sana hatırladın mı ? Bu bakışı
biliyorum.. hatırlamadın.. Olsun, önemli değil. Aslında bütün derdim neydi
biliyor musun ? En sadesinden, kendi halinde ve basit bir veda notu yazmak. Bu
notu başucuna bırakıp gidecektim. Böylesine sayfalar dolusu hikayeler, edebi
anlatımlar ya da seni düşünürken aklımdan geçen sevgi sözcükleri olmayacaktı.
Dedim ya,
vedaları oldum olası sevemedim. Küçük bir "hoşçakal" cümlesi ne kadar
zor olabilir diyeceksin, ama ben bugüne kadar; kapımın eşiğinde süt verdiğim
yavru kediye "git" diyemezken, ölesiye sevdiğim birine nasıl veda
edebilirdim ? Edemedim de, o notu bırakamadım. "Umut, sahibi olanı kendine
köle edendir" derler, doğruymuş. Kısa bir süre için bile olsa, mutluluğu
hakeden birçok insan gibi, kendi halinde, masumane ve ayrıntıları kimse
tarafından bilinmeyen, çok tanıdık bir melodiyi seninle birlikte çalmayı hayal
ettim.. İşin kötü tarafı ne o notu gördün, ne de o notu veremediğim için
yıllardır elimde kağıt-kalem yazdığım bu isimsiz hikayeleri okudun. Seni bende
arayanların sayısı tükenince anladım ki, sen benden gideli çok olmuş.. Şimdi sıra
bende.. Artık yeni denizlere, yeni ufuklara yelken açma zamanı geldi.
Bütün cam
kırıklarımı topladım, hepsi cebimde.. Ve korkmuyorum artık canımı yakacaklar
diye.