Pazar, Ocak 02, 2011

(S)aklımdakiler I

‘Vermeden alınamayan tek şeydir “mutluluk”..’

Aylar önce en son bu cümlede kalmıştım..
Merak edenler için: “Bulabildin mi ?” ya da “Alabildin mi ?” sorusuna verilecek henüz bir cevabım yok. Üzgünüm diyecek durumda da değilim. Karşılığını bulamadığım pek çok soru var. İşin kötü tarafı bu soruları hep kendime sormam, farkındayım. Ve kaçınılmazdır ki, altbilinç hep aynı oyunu oynuyor. Verdiğim her cevap, yine bana çıkıyor. Soruyla-Umut arasındaki yakınlık.. Ne garip.. Beklentim neyse, sorulaştırdığım da o aslında.. Cevabı belli bile olsa, kendi verdiğim cevabı bekleyip, yine umutlanıyorum.. Ortada hiç bir neden yokken kendimi daha bir iyi, daha bir sevinçli hissediyorum. Ama gel gör ki, bu beni daha çok mutsuz ediyor. Çünkü kendi verdiğim cevapların umut dolu olması, sensizliğin duvarlarından geri dönüp yüzümde bir tokat gibi patladıkça, canım yanıyor...
Oysa bu cevapları vermesi gereken kişi sensin öyle değil mi ?

“özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor,
karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum..”


Genelde bütün arkadaşlarım bana kızar, “felsefe yapma” diye. Çok uzun anlatıyormuşum. Onların deyimiyle “Dünya ateşten bir toptu” teorisiyle başlıyormuşum herşeye. Aslında kimse beni dinlemiyormuş, "nezaketen" dinliyor gibi yapıyorlarmış. E, haliyle bu da beni “sıkıcı” bir adam yapıyormuş. Haklıdırlar belki.. Savunma yapacak durumda değilim. Ama kimse şu açıdan bakmıyor; lezzetli bir yemeği, güzel bir filmi, keyifli bir müziği ya da kocaman bir sevgiyi tek bir cümlede özetlemek, kısa bir “evet”/”hayır” yargısına indirgemek ne kadar doğru olabilir ki ? Örneğin şimdi içlerinden biri çıkıp seni sorsa, ne olacak ? Basitleştirip en kısa yoldan mı anlatacağım ? Yani “bana o kadar çok benziyor ki, sanki aynadaki yansımam” desem yetecek mi, anlayacaklar mı ? Ya da “öyle güzel gülüyor ki, gözlerinin içi parlıyor, her defasında kendimden geçiyorum” kafi gelecek mi seni tanımlamaya ? Ne bileyim “geçen gün buluştuk, hiç aralıksız beş saat konuştuk” cümlesi her ikimizi de sıkıcı insan sınıfına mı sokacak ?.. Oysa ben hiç felsefe yapmadım. Yalnızca bildiklerimi ve hissettiklerimi, bir adım daha ötesinde öğrendiklerimi paylaştım.

Haliyle sonunda durdum.. Uzun zaman oldu. Susuyorum.. Susuyorum ve hiç konuşmuyorum. Ama senin için biriktirdiğim, cümle haline gelememiş o kadar çok kelime var ki, o dalga geçtikleri “ateşten top” başlangıcı bile yetmiyor artık. Üstelik nasıl ve nereden başlanır, nasıl toparlanır, bu kez gerçekten bilmiyorum.

Bazen hayatı bir kadeh şaraba benzetiyorum. Önemli olan şarabın kalitesi değil, kiminle içtiğin…


Hiç yorum yok: