Perşembe, Temmuz 07, 2011

(S)aklımdakiler XVI

"Denize ilk giren çocuk masumiyetiyle
seviyorum seni ;
Boğulacakmışım gibi..."

İnsan yine de bir kalemde silip atamıyor değil mi ? Yıllar geçse, yollar ayrılsa, içindeki şehirler-ülkeler değişse, dünyanın bütün yağmurları üzerine yağsa, bütün şiiler bir araya gelip "unuttum seni" dese bile silinmiyor..

Kara ufak ufak görünmeye başladı nihayetinde. Bir yolculuk daha bitiyor. Bugünleri de görecekmişiz meğer; bak sonunda kaptanın seyir defterinde boş yaprak kalmadı. Kıyıya ulaşınca bütün notları sahiplerine teslim edip, kalemi bırakacağım elimden. Ne kadar süreceğini bilmediğim bir zaman dilimine, susarak eşlik edeceğim.. Uzun yolculukların kaderi hep böyle, bilmediğim bir şey değil. Hayat dediğin de bu değil mi zaten ? O hep bir şeyler ister, biz de "razı olup" yerine getiririz. Sonrası malum; camdan kalpler ve kırıkları..

Sen bakma insanların “beni sevecek birini arıyorum” masallarına.. Hepsi yalan.. Çünkü insan dediğin sevmeyi bilmez, bilmediği için sevilmekten korkar. Sevildiğini hissettikçe kaçar nedense. Bir insanı kaybetmenin yegâne yoludur bu. Özel birşey yapmana gerek yok; "seni seviyorum" de yeter.. Zaten o kendiliğinden gidecektir. "Sevgi" kelimesini duyan insanlar -anlaşılmaz bir şekilde- sanki dünyanın en kötü, en savunmasız, en aşağılık ve en zayıf düşüren duygusuna yakalanmış gibi davranırlar. Bir adım ötesinde panik halde ne yapacağını bilmeden çaresiz kaldıklarını düşünüp, unutmaya ya da hiç birşey olmamış gibi rol yapmaya çalışırlar. İz bırakmamak için önce ardında kalanları siler ve sonra gün gelir aklında kalbinde kalan her şeyi yok/yaşanmamış sayarlar. Yok saymak kanayan yaraya merhemdir bir bakıma, çünkü yok sayınca içindeki sevgiyi öldürmek daha kolay olur. Her gün onun gelip seni öldüreceği korkusuyla yaşamaktansa, erken davranıp onu öldürmek en iyisidir.

En çok acıttığımız kişilerin, aslında en sevdiklerimiz oluşu ne garip değil mi ?

"Sus be yüreğim,
bende biliyorum özlediğimi;
Susta bilmesin özlendiğini..."

Dün gece temizlik yapıyorum evde.. Cep telefonu mesajları, sosyal paylaşım sitelerinden gelen mesajlar, elektronik postalar vesaire.. Bir yandan okuyorum, bir yandan siliyorum. Sıra geldi senden gelenlere.. Biliyor musun; biz ayrılalı tam bir yıl olmuş. Zaman ne hızlı geçmiş meğer. Şaşırmadım desem yalan. Oysa hala dün gibi, yağmurlu bir Beyoğlu akşamı ilk buluşmamız. Eskiler, yeniler, ne oldu, ne olacak derken giderek uzun zaman dilimlerine yayılmış tadımlık sohbetler, rakı sofraları.. Başlarda hiç aklımda yoktun, gerçekten ama.. Zaten görüşmelerimizin böylesine uzun süreceği de hiç aklıma gelmemişti. Günübirlik bir buluşma demiştim kendi kendime. Çünkü son beş senede beş kez aramamıştın.

Genelde bu tür buluşmaların ortak noktası kimseye söylenemeyen bir durumun tanıdık ama bir o kadar gözden ırak birine anlatılmasıdır. En yakınındakiyle bile paylaşılamayacak türden konular yani. Bu gibi durumlarda rahat konuşabilmek için; güven sorunu yaşamayacağın; uzakta olan ve yakın çevreni tanımayan; en önemlisi öğrendiklerini ileride kimseye anlatma tehlikesi olmayan; hatta mümkünse -kısmen de olsa zayıf noktalarını öğreneceği için- bir daha karşı karşıya gelinmek istenmeyen bir aday seçilir. Ve işte karşınızda: Ben.. Sohbetlerin teması hep aynıdır ya "İş" ya "Aşk" .. "Kelin ilacı olsa önce kendi kafasına sürer" derler ya, neyse..

"Önüne geçemediğin tek şey kaderdir..
Seni yaşama bağlayan herşey aslında bir mucizedir...!
Bugün yaşadığın herşey, dünden kalma sebeplerdir.
Ve aslında hayat dediğin ; Yaşayabildiğin kadar güzeldir..!"

Aşk acısı yaşayanlar hem nefret ederler, hem giden aşklarını özlerler. Çıkarımlar ve verilen örnekler çelişkilidir hep. Yaptıkları, yapamadıkları, eksik bıraktıkları, vesaire.. bitmez bütün gece. Benim en çok kızdığım gecenin bir yarısı alkolün de etkisiyle, filmi kopardıkları kısım. Çünkü hiç kimsenin eski aşkıyla karşılaştırılmayı istemem. Ya da “e sen olgun, deneyimleri bana göre daha çok olan bir adamsın, şimdi sen sevgiline böyle mi yapardın ?” sorusunu sevmem. Bu cümleyi duyduğum an, anlarım ki karşımdaki beni yara bandı olarak kullanmaya başladı ve kirletiliyorum. İnsan aynı sahneyi bin kez yaşayınca, haliyle aklına gelen ilk cümle de aynı oluyor; “galiba bu hayat denen meret, doğru zamanda doğru yerde olamamaklar bütününden mütevellit, yanlışlıklar sirki”..

İş hayatıyla ilgili sorunlar –birlikte oturduğun kişiye anında iş bulma imkanı sağlama dışında- daha kolay. Gerçi ne yalan söyleyim sen buluşalım dediğinde, bütün günüm “yara bandı” hazırlamakla geçti. Beş yıl boyunca birikmiş yaraları sarması kolay olmayacaktı. Aslında hem buluşmamız, hem konuştuklarımız sürpriz oldu benim için. Çünkü bir konuya takılıp kalmadan, yalnızlıklarımızla zaman tünelinde geçmişe gitmek ve tekrar bugüne birlikte dönmek çok keyiflidi.. Bu tür mutluluklar genelde “anlık” olduğu ve tekrarı yaşanmayacağı için, sonrası gelmez diye düşündüm. Ne de olsa ihtiyacın olan kısmı en ince ayrıntısına kadar öğrenmiştin. Bir gün yağmur olacağını ilk o gece anladım. Hani yağmuru da tutamazsın akar gider ya, aynı şekilde seni de tutamayacağımı biliyordum. Beş yıl aradan sonra bir akşam hayatıma girip, sihirli bir dokunuşla beni kendime getirip gitme olasılığın oldukça yüksekti. “Aramaz” dedim. Gerçekten birkaç hafta aramadın da. Gerçi bugüne kadar kim aramıştı ki ? Öyleyse beklemek de yersizdi.. Ama aradın.

"Kimi sevsem sensin / hayret
Sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
Gözleri maviyken yaprak yeşili
Senin sesinle konuşuyor elbet
Yarım bakışları o kadar tehlikeli
Senin sigaranı senin gibi içiyor
Kimi sevsem sensin / hayret
Senden nedense vazgeçilemiyor.."

Dedim ya başlarda hiç aklımda yoktun. Alışmam, bağlanmam, yazdıklarıma seni ortak etmem hep sonradan oldu.. Herkesin bildiği, anladığı ya da sandığı gibi değil ama.. Bir insana yaklaşmadan, dokunmadan, elini tutmadan, başını omzuna yaslamadan nasıl seviliyorsa öyle. Karşılıksız, saf, temiz. İçimde nasıl büyüdüğünü şimdi hatırlamıyorum. Ama bir kırılma noktası vardı. Çünkü bir gece elimde kalem birşeyler karalamaya çalışırken şöyle bir cümle yazdığımı farkettim :

“Bir taraftan elimizde mis kokulu kahve fincanları, diğer taraftan bardaktan boşanırcasına yağan yağmur. Kesik kesik ama birbirini tamamlayan cümleler ve iki adım ötedeki fırtınaya aldırmadan geçen zaman.. Önce farketmemiştim ağladığını -ne garip, oysa böyle kareleri hiç kaçırmam. Tamam görünüşte ağlamıyordun belki ama, yağmur güzel saklıyordu içine akan gözyaşlarını. Çok sonra ses tonun ele verdi kendini. Saklamaya çalışsan da, bakışların yetiyordu. Anladım ki aynı hapishanede ve belki de yan yana hücrelerde kilitli kalmıştık.. Üstelik arayacak ya da kurtacak hiç kimsemiz yoktu.”

Fotoğraftaki kadın şaşırtacak derecede sana benziyordu. Sanki uzakta kalan, geçmiş bir zaman diliminde, birlikte yaşamıştık bu kareyi. Oysa seni düşünerek yazmamıştım. Önce bilinçaltının oynadığı bir oyun gibi geldi. Sonra tekrar okudum, sonra tekrar ve tekrar.. derken günler, geceler geçti. Belki on gün, belki onbeş gün hiç birşey yazamadım. Sonra birlikte geçirdiğimiz ilk günden bu yana, bütün buluşmalarımızı, konuşmalarımızı, yaşadıklarımızı topladım ve yazdığım binlerce kelimeye böldüm.. Artık emindim. O fotoğraftaki kadın kesinlikle sendin. O günden sonra -okumasan da, bilmesen de- bütün hikayelerimi sana yazacaktım. Bu satırlar dahil tam altı yıl oldu.

Yine bıraktığın yerdeyim.. Ama artık bıraktığın o adam, ben değilim..

Hiç yorum yok: