Alınmanı istemem
Darılman üzer beni
Sana yalan söyleyemem
Tabii ki sevdim seni
Sende sığ suları
Sende martıları
Açık denizlerden habersiz balıkları
Geçemeyeceğin köprüleri
Düşleyemeyeceğin mavileri
Sende korkaklığı sevdim
İyi oldu gelmediğin."
Sana bu notu bulutlu bir ilkbahar sabahı, gözlerinin ışıltısını yalnızca benim görebileceğim kadar yakın ama senin göremeyeceğin kadar uzak bir mesafeden, hani o aşacağın son tepenin ardından yazıyorum benim bahar güneşim. İlk defa duyuyorsun bunu değil mi, daha önce hiç söylemedim. Belki söyleyemedim, belki söylemezden geldim, belki de bir gün zaten gideceğini bilmenin verdiği rahatlıkla kendime sakladım.. "Keşke" dediğim an oldu mu dersen.. Oldu, ne yalan söyleyim. Birini böylesine karşılıksız sevmek hiç aklımda yoktu. Kulağa çok mantıklı gelmediğinin ben de farkındayım; öyle ya karşılık beklemeden kim ne yapıyor ki !.. Üstelik "karşılıksız" ın, karşılığını bilen kimse kalmadı. Ama olsun, ben böyle de mutluyum.. Sonunu bildiğim bir yolculuğa başladığım halde, bir an bile pişmanlık duymadım. Şimdi aniden bastıran yağmura yakalanmış bir yolcu gibiyim, düğümlenmiş ve sırıksıklam. İşin doğrusu ne kaçabiliyorum ne de saklanabiliyorum.
"Sokakların gün batınca neden boşaldığını
ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum.
Konuşsam ; sessizlik / gitsem : Ayrılık..."
Seni göremediğim zaman, güneşin doğmasını istemediğim günlerim oldu benim biliyor musun ? O yüzden senden başka hiç kimseye bu kadar çok yakışmaz bu isim : "Bahar Güneşi"... Ne de güzel gülümsüyorsun o aydınlık gözlerinle. Güneş sanki gökyüzüne değil de gözlerine doğuyor her sabah.. Ve akşamları yine senin gözlerinde batıyor uçsuz bucaksız denizler boyunca. Oysa biz seninle hiç bir gün doğumunu ya da batımını birlikte karşılamadık değil mi ? Ama imkansızı düşleyen insanlar, bizden çok uzun yıllar önce buna bir isim bulmuşlar zaten ve : "Umut" demişler. Yoksa zamansızlığın hapsettiği bir adanın iki farklı yakasında mahsur kalsak bile, saatlerimizi yine birbirimize göre ayarlayamayacağız biz, belli..
“Her seven
Sevilenin boy aynasıdır.
Sevmek
Sevilenin o aynaya bakmasıdır..”
Çocukluğumda yazmayı hiç sevmezdim. O dönemden elimde "sepet sepet yumurta sakın beni unutma" dan başka kalan hiçbir şey yok. Bütün çocuklar anne-babalarından günlük almalarını isterken, ben ya resim defteri ya da çizgi romanı tercih ederdim. Onlar defterlerine birşeyler karalamam için kovalardı, ben de yazmamak için hiç durmadan kaçardım. Yakalandıklarıma yazdığım cümle de hep aynıydı. Yumurtaların hiçbir kabahati yok, ayrıca defterine not yazdığım herkes beni unuttu.. İşe bak ki tam otuz yıl sonra bugün - kimsenin zorlaması olmadan - elimde kağıt kalem oturmuş sana bir mektup yazıyorum, iadesiz/taahhütsüz. Üstelik postaya vermeyeceğimi bile bile... Ama söyler misin, kocaman bir kalbin küçücük bir sayfaya sığdığı nerede görülmüş ? O halde göndermenin bir anlamı var mı ?
Hiçbir şeyi sorgulamıyorum, rahat ol. Yalnızca iç döküş bu, o da dilim döndüğünce aklım elverdiğince. Bu kadar zaman sonra hayatı senin yaptıkların ya da benim yapmadıklarım şeklinde ikiye ayırmak ne derece saçmaysa, şu anda sormak ya da sorgulamak da o kadar yanlış. Daha ilk karşılaşmamızda, duygusal olarak bütünleşsek bile zamanı tutturamayacağımızı biliyordum. İster "iş" de, ister "ev".. Sanki aramızda bitip tükenmek bilmeyen yollar ve adını bilmediğimiz şehirler vardı. Hangisine gitsek buluşamıyorduk. Aradan yıllar geçiyordu, ama bir türlü bahar gelmiyordu. O gelmeyince güneş doğmuyordu ve sen, isimsiz bir siluet olarak kalıyordun düşlerimde. İşte bu yüzden hayattan bir mola istedim. Sandım ki bu molayı alırsam, zamanı durduracağım ve o durmuşken içinden birlikte geçeceğiz. Birbirimiz için aklımızdan, kalbimizden geçen ne varsa, sonunda hepsi cevap bulacak.
Hani Ece Ayhan'ın bir sözü vardır, der ki ;
"Tek dileğim ne biliyormusun? Gözlerimi kapamış senli hayaller kurarken, gözlerimi açtığımda yanımda olman.."
İşte öyle...