Perşembe, Ağustos 04, 2011

(S)aklımdakiler XVIII

"Kimisi çocukluğuma;
Kimisi cahilliğime geldi.
Kimisini ne istediğimi bilmeden sevdim..!
Kimisini kendimi bilmediğimden sevdim.
Büyüdüğümü, olgunlaştığımı hissettiğim zaman ise ; Seni sevdim...
Şimdi düşündüğümde çocukluk işte diyorum gülüyorum.
Aradaki farkda burada, diğerlerini çocukca ;
Seni kendim gibi seviyorum..."

Seni ne zaman düşünsem gökyüzündeki yıldızları sayıyorum. Hepsine yeni bir ad takıyorum. En çok parlayanı hangisi ise onu seçip "bu o" diyorum kendi kendime; "Bu o ve bana bakıp, gülümsüyor".. Ne zaman aklıma düşsen deniz kıyısına gidip boğazdan geçen gemileri izliyorum. İçlerinden birinde senin de olma olasılığını düşünüp, hepsine tek tek el sallıyorum. Ne zaman gönül telim sızlasa, senin sevdiğin şarkıları arka arkaya sıralayıp yol boyunca “burada olsaydı şimdi şunu dinlemek isterdi” diyorum. Yanımdaymışsın gibi o şarkıyı söylüyorum... Ve ben ne zaman gökyüzünde kanat çırpan bir kuş görsem, seni düşleyip, senin adını veriyorum... Uçarken onu seyredip, onun kanat çırpışlarıyla dönüyorum hayata ve bekliyorum. Çünkü biliyorum ki ne kadar uzakta olursan ol, yorulduğunda beni arayacak ve gelip yine benim avuçlarıma konacaksın..

Hani bir zaman "varlık ne, yokluk ne ?" diye sormuştun ya.. işte böyle bir şey...

''Söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde,
bir kaktüs bol sudan nasıl çürürse öyle...''

Aslında haklısın, bugünlerde dağınığım. İçtiğim bir bardak suyun bile tadı yok damağımda. Ne kendimi toparlayabiliyorum, ne hayatımı bir düzene sokabiliyorum; ne arayabiliyorum, ne karşına çıkabiliyorum; ne gidebiliyorum, ne kalabiliyorum; ne hikayemi yazabiliyorum, ne de sonlandırabiliyorum.. İhtiyaca binaen anksiyete bozukluğu üzerine marine edilmiş isteksiz ruh sendromu. Ne söylesem boş. Karşılıkları yok çünkü. Sanırım gerçek ile hayal arasında bir yerde sıkıştım kaldım. İçgüdülerimle yolu bulmaya çalışıyorum. Ancak an geliyor, sesim kısılıyor bağıramıyorum, an geliyor nefessiz kalıyor boğuluyorum. Konuşamıyorum, anlayamıyorum, anlatamıyorum...

"Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır."

Oysa önce duygu vardı değil mi ?.. Sonra kelimeler geldi peşinden. Çünkü başka türlü anlatılamazdı.. derken virgüller, üç noktalar, soru işaretleri ve ünlemler belirdi. Hepsi bir cümleyi oluşturmaya çalıştı belki de, kimbilir ?.. Belki de 29 harfli bir alfabenin içinde birbirinden bağımsız üç harf bir araya gelecek, cümleye bile gerek kalmadan kocaman bir duyguyu tanımlayacaktı ve sıradan bir hayatı tamamlayıp, anlamlandıracaktı... Olmadı işte, olamadı. Olmaya çalışanların çoğu yarım kaldı. Yani kelimeler diyorum; kelimeler yetmiyor.. Anlatamıyorum.. Bir tarafım hep eksik.

"her insanın bir öyküsü vardır,
ama her insanın bir şiiri yoktur"

Zamanın birinde iki kız kardeş varmış, çok akıllılarmış.. Etrafındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün anneleri onları dağdaki bilge bir adama götürmeye karar vermiş. Çocuklar, bilge adamla bir süre çok mutlu olmuşlar ama sonra sıkılmaya başlamışlar. "Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım" diye düşünmüşler.. Biri "Buldum..!" diye sevinmiş :

- İki elimin arasında bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım: "Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü..? 'Ölü' derse, kelebeği bırakacağım. 'Canlı' derse, avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse desin cevabı bilemeyecek.

Neyse uzatmayım, günlerden bir gün yine bilgenin yanına gitmişler. Kız kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış ve sormuş :

- Avucumun içinde bir kelebek var : canlı mı, ölü mü..?

Bilge adam cevap vermeden önce uzun uzun kızın gözlerine bakmış, ve demiş ki :
- Senin elinde kızım. Senin elinde.. Canlı kalması da, ölü olması da senin elinde..!


Güzel hikaye değil mi ?
Şimdi söyle bana, sence ben yaşıyor muyum hâlâ ?

Hiç yorum yok: