Çarşamba, Şubat 09, 2011

(S)aklımdakiler IV

“Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç..
Sana diyeceklerim söylemekle bitmez.
Yıllardır yaşamımdan çaldığım zamanlar
Adında düğümlendi.”


Susmanın bir bedeli var, farkındayım. Sen bir başka şehirdeyken ve ben seni hiç göremiyorken, masada duran kağıda boş boş bakıp düşünmek, kelimelerle oynamak anlamsız geliyor.. Yazıyorum ve siliyorum.. Sonra yine yazıyorum, yine siliyorum.. Bu döngü hiç bitmiyor. Günlerce, gecelerce uğraştığım tek şey; doğru anlatılması gereken iki satır, üç cümle.. Haliyle hepsinin bir araya gelip, o boşluğu dolmayan duyguyu anlatması oldukça zor oluyor. Diğer yandan ben aklımdakileri söylüyorum söylemesine de, henüz bunları okuyup okumadığını bile bilmiyorum. Oysa hepsi senin için. Hayat ne garip değil mi ? Susarak söylediklerim, konuşarak söyleyemediklerimden daha çok.

“Sen say ki
ben hiç ağlamadım,
hiç ateşe tutmadım yüreğimi.
Ve say ki
bütün şiirler gözlerini,
bütün şarkılar saçlarını söylemedi..”


Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey; hayal ettiği herhangi birşeyin gerçekleşmemesi ya da yaşanması mümkünken teğet geçen mutluluklar.. Bu beni oldum olası üzer. Düşünsene bir; başlangıcı ve bitişi belli iki nokta arasında yürüyorsun ama bu yolun ne kadar süreceği ile ilgili en ufak fikrin yok. Üstelik yaşadığın her dakika, "gelecek" dediğin şey şimdiki zamana dönüşürken, yaşadıkların da an be an "geçmiş" oluyor. Daha da kötüsü tutamıyorsun.. Mesela yıllar geçmiş yaşlanmışsın ve bir sabah uyandığında bakıyorsun ki, herşey eksik hayatında. Sadece minik bir cesaret kıvılcımı yakalayamadığın ve herşeyi umarsızca zamana bırakıp, ertelediğin için ne karadan uzaklaşabilmişsin ne yıldızlara dokunabilmişsin.

Diyelim çok sevdiğin bir el aynan var. Olmaz ya, bir gün yere düştü ve kırıldı. Ama ayna, senin için o kadar değerli ki vazgeçmen imkansız. Yere eğiliyorsun, bütün cam parçalarını toplayıp yeniden yapıştırıyorsun bir umutla. Sonra aynayı eline alıp, her zaman olduğu gibi yüzüne doğrultuyorsun. Bir de bakıyorsun ki, görüntü paramparça.. O kırıkları toplamasan, her parça kalbinde açılacak başka bir yara. Onarmaya çalışmanın verdiği umut ise, Pandora’nın kutusunda kalan son kötülük. Ne yapsan nafile, geri dönüşü yok ! Şimdi sen söyle, hiç kırılan bir aynadan, aynı görüntüyü vermesi beklenebilir mi ? İşte yaşam da böyle. Bir hayat kırıldığı zaman, yere dağılan parçalar yeniden bir araya gelemiyor. Ne düşlerin yetiyor ne de elinde kalan zaman.


“Bugün yağmur
bir kadın saçıdır
yeryüzüne dökülen
upuzun, ince ince
karanlık kokulu
sen ki aşkta aldatıldın,
yüreğin taş parçası
dinle yağmuru dinle
teselli bul türküsünden.
Herşey olur,herşey büyür
herşey geçer hayat kalır.”


Az önce Bülent Ortaçgil’den dinledim bu şarkıyı. “Benimle Oynar mısın” albümünde seslendirmişti ilk kez. Kimse bilmez ama, Ortaçgil şarkıları içinde sözleri kendisine ait olmayan tek şarkıdır bu. Hatta evvelsi yıl açıkhava konserinde "bu şarkıyı kıskanıyorum, çünkü bu sözleri ben yazmak isterdim" demişti. Şarkıyı dinlerken, yukarılarda bir yerlerde sonunu getiremediğim Beyoğlu hikayesi aklıma geldi. Yarım kalmasın..

Evet, hiç şemsiyem olmadı benim ve taşımayı da oldum olası sevemedim. Elimde şemsiye varken saklanıyormuşum ya da kötü birşeylerden gizleniyormuşum gibi geliyor – ki içimdeki çocuk ziyadesiyle rahatsız bu durumdan.. Oysa en güzel oyuncaktır yağmur, öyle değil mi ? Koşarsın, dans edersin, su birikintilerinin üzerinde “cıp cıp” atlarsın. Hem şeker değiliz ki eriyelim.. Büyümüş halimin düşüncesi de pek farklı değil, o’da şemsiye taşımayı yasaklayalım diyor..

Keşke burada olsan şimdi, sonra bir yağmur başlasa ufaktan, sonra dışarı atsak kendimizi – şemsiyesiz ama-, beraber ıslansak…

Hiç yorum yok: