Perşembe, Mayıs 31, 2012

Onikiye Beş Kala...

Gecenin sessizliğini
kanat sesleri bozdu :
Martılar...
Karanlık teslim ederken ruhunu güne,
gökyüzünü kulaçlıyorlardı.

Bir sessizlik oldu birden ;
sonra artan kanat sesleri,
kaçışan kuşlar,
ve yağmur...

..............

Derken bir tanecik vurdu yüzüme,
uyandım.
Seni aradım yanımda,
yoktun.

Düşündüm..
Aslında hiç mi yoktun,
yoksa bir düş müydün
yalnızca geceleri gördüğüm ?

..............

Aradan ne kadar geçti bilemiyorum.
Kesildi yağmur.
Birden o grilik,
yerini yedi renge bıraktı.

Bir  tanesini alabilmek için uzattım elimi.
Bütün istediğim sadece biriydi,
bir renk, bir ışıltı...
                                                          
Karanlıktakinin
gökyüzünü düşlediği gibi,
tuttum.. hiç bırakmamacasına..
Avuçlarımın içindeydi artık.

..............

Sonra kapadım gözlerimi,
daldım gökyüzüne...
İlerledikçe mavilik,
İlerledikçe bulutlar,
İlerledikçe kuşlar,
Ve ilerledikçe izlerimiz...
Senin,
Benim...
Saf,
yalın,
ve hiç bozulmamış,
duruyor yerli yerinde..

..............

Kendime geldiğimde
yine penceredeydim,
sen yine yoktun..
Üstelik hava da kararmıştı.
Vakit akşam vakti.
Bekledim,
gelmedin....
Belli ki bir yağmur düşüydü bu.
Tıpkı senin gibi ;
yağdı ve bitti...

..............

O anda anladım, olmuyor sensiz..
Biraz daha böyle devam ederse;
bu eşyalar,
duvarlar,
pencereler,
yiyip bitirecek beni..

..............

Vakit gece yarısını geçti.
Dışarıdayım.
Çok az insan kalmış,
yüzlerinde bir korku ifadesi
ve yalnızlıklarıyla
adım adım ilerliyorlar,
nereye gittiklerini bilmeden..

Benimse gözlerim
hala pencerelerde,
belki bir ışık yanar da
sen çıkarsın diye..

..............

Nihayet döndüm,
şimdi evdeyim.
Yatakta..
gözlerim kapalı..
dinliyorum :
sessizliği,
sensizliği..

Çırpınışlar fayda etmiyor.
Birşeyleri sürekli ertelemenin rahatlığı,
geç kalmanın telaşıyla birleşince
üşütüyor insanı,
yüreğini sızlatıyor..

..............

Hep söylerim ya,
"insan hep aynı çukura düşer"..
Gördün mü bak,
yine düştüm..

Suç varsa cezasız kalmamalı,
öyle değil mi ?
Suçluyum,
biliyorum..

..............

Bir tür kısır döngü
bu yaşam dedikleri..
Hep aynı çemberin üzerindesin;
İçinde mi, dışında mı belli değil..
Roller hep aynı,
maskeler de..
Değişen yalnızca
seneler,
ve yüzler..

..............

Yanlış yaşam,
Doğru yaşanmıyor.

Perşembe, Mayıs 10, 2012

Onikiye Beş Kala...

İnsan bazen, böyle doğaüstü güçlere ya da ne bileyim mucizelere inanmak ister. Bir takım kurgular yapar kendince. Mesela herhangi bir yerde tek başına otururken -hiç beklemediği bir anda- o en çok sevdiğini karşısında göreceğini umut eder.. Mesela yaşadığı iyi/kötü ne varsa bir anda hepsini yok sayıp, birazdan kapının çalacağına, onun içeri gireceğine ve hayatın kaldıkları yerden -hiç birşey olmamış gibi- devam edeceğine inanır. Ömür biter, bu "mesela" ile başlayan cümleler bir türlü bitmez. Okuduktan sonra "ne anlattı bu şimdi" diye duraksadığın, hiçbirşey anlamadığın; içinde tek bir nokta olmayan paragraflar gibi; ne başı bellidir, ne sonu..

- Hayat nedir olric ?
- Gidenlerden bize arta kalanlar efendimiz.
- Gönül kırıklıklarından başka birşey kaldı mı elimizde ?
- Hayır efendimiz.. belki birkaç şiir, birkaç da yazı..
- Senden başka kimsem kalmadı olric. Biliyor musun bazen masallara özeniyorum; "Keşke" diyorum "Gepetto Usta" olsaydım ve sana can verebilseydim.
- Sağolun efendimiz.
- Keşke sen insan olsaydın Olric ya da o hiç gitmeseydi...

Ama bir yerde nokta koymak gerekir. Bu kadar virgüllü bir hayatta zordur bilirim. Oysa ne güzeldir geçmiş-gelecek, ne oldu-ne olacak hiç düşünmeden, sahip olduğun herşeyi son limitine kadar kullanmak ve bütün virgüllerle elde ne var/ne yok erteleyerek yaşamak öyle değil mi ? Sorumluluk yok, bağlılık yok; rüzgar nereden eserse oraya.. Arada sırada da olsa insan özenmiyor değil hani.. Ben öyle değilim işte. Yayamıyorum, yarım bırakamıyorum.  Sonuna nokta koyulmuş cümleler daha çok acı verecek biliyorum, yine de hepsini tamamlamak istiyorum. Çünkü biliyorum ki; neyi yarım bıraksam, zamanla ve azar azar öldürecek.

- Biraz daha beklesek mi Olric ?
- Neyi efendimiz ?
- Yağmurun yağmasını..
- Yağmayacak efendimiz, üstelik o da gelmeyecek...
- Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Olric ?
- Vazgeçmediniz ki efendimiz..

Galiba yaşlanıyorum artık. Baksana şu halime pelteye döndüm. Eskiden olsa, karar vermemle gitmem arasında sadece onbeş saniye oynardı. Verdiğim kararı sorgulamaz, sorgulatmaz doğrudan uygulardım. Kimse tutamazdı. Bir ceketim, bir ben, bir de "iyi ol ve mutlu yaşa" dileği.  "Huysuz" benzetmesi o günlerden kalmadır işte. Şimdi bırak gitmeyi, kalmayı bile becerdiğim söylenemez; görüyorsun sen de.. Bir adım daha ötesinde, yazdığım yazıların arası gitgide açılmaya başladı farkındaysan. En son 23 Nisan'da eklemişim, bak bugün mayıs'ın kaçı oldu.. Parmaklarım klavyeye gitmiyor nedense.. Aklımda üç noktalı cümleler ve ben -bizzahiti kendim-; bilgisayar ekranındaki boş sayfayla saatlerce bakışıyoruz öyle.. Ne garip değil mi; bir insanın hem "herşeyi", hem de "hiçbirşeyi" olmak.. Dolusunu, boşunu boşver de; "bardak var mıymış orada ?" şimdi sen söyle...

Açıkçası ben de yeni yeni öğreniyorum, meğer en zoru; yüreğinde biriktirdiğin, gerçekten söylemek istediğin ancak hiçbir zaman söyleyemeyeceğin sözlerin olmasıymış..  Biliyor musun, ben artık vazgeçiyorum; sen ve seninle ilgili herşeyden ama.. Çünkü ben ne kadar seversem seveyim karşılığı gelmeyecek, anladım.. E, benden "elde var bir" olmaz zaten.. En  kötüsü, istediğin ben değilim -ki bunu ikimiz de biliyoruz-. Ne kaldı elde ? Aragon'un dediği gibi "Bir avuç hüzün ve keder"... O yüzden eğer şimdi vezgeçmezsem ve gitmeyip yanında kalırsam; bir ömür vicdanının en uç köşesinde, "acaba" sorusunun sürekli sızlattığı bir yük ya da bir yara olarak kanayacağım. Bu bedel çok ağır.. Ne yaşamak, ne de yaşatmak isterim.  

- Biliyor musun olric, ben onu çok özlüyorum.
- Biliyorum efendimiz.. Ancak onsuz yaşamaya daha yeni yeni alışıyorken böyle şeyler geçirmeyin aklınızdan..
- Sen buna yaşamak mı diyorsun olric ? Ne kadar uzakta olursa olsun, şu anda.. şimdi.. onun gözleri dolsa benim yanaklarımdan yaşlar süzülür. Mesafeler onu sevmeme, özlememe engel değil ki !
- Ama o sizi, sizin onu sevdiğiniz kadar sevmedi.. Vazgeçin efendimiz.. Vazgeçin ve unutun. Hem siz "yalnız olmak, yanlış bir kalpte olmaktan iyidir" demez miydiniz ?
- Keşke söylendiği kadar kolay olabilseydi. Sonunda anladım Olric; aslında herkes kendi kendinin katili.. Kimse beni benden daha iyi tanımayacağına göre.. Benden de daha iyi öldüremez..

Birinin dengesi bozulup düştüğünde, hepsi teker teker devrilen domino taşlarına benziyoruz zamanla. Sadece matematiğimiz biraz farklı. Mesela sen beni öldürdüğünde, seni de benden önce bir başkasının öldürdüğünü biliyorum artık.. Ya da seni öldürenin de, senden bir önce bir başkası tarafından öldürüldüğünü.. Çok karışık görünmekle birlikte, çok basit bir denklem aslında. Herkes zaman içinde, bir şekilde intikamını alıyor yaşadıklarının.

- Sonumuz geldi Olric..
- Niye öyle söylediniz efendim ?
- Etrafına baksana bir, hiç kimsemiz kalmadı. Artık kabul etmek gerekiyor Olric, ben sıradan bir adam olamadım, ama sıradan bir hayat yaşadım -ki sevenimizin az olması, yalnız kalmamız belki de bu yüzdendi..
- Hani gidenlerin yüreğinde yerimiz hep olacaktı efendimiz, bizi hiç mi sevmediler ?
- Sevmediler Olric, sevemezlerdi de.. Çünkü hayat "bana bir anlık mutluluk ver, sana ömrümden bir gün vereyim" diyen adamın anlattığı gibi değil; çünkü ihtiyaç ve sevgi hiçbir zaman aynı karede buluşmaz.
- Madem sonumuz geldi, o halde ölelim efendimiz.
- Ölelim Olric.

Sorun şu ki; hiçbir yanlış doğru insana denk gelmiyor. Seni üzüp yahut bırakıp giden birinin intikamını bir başkasından alıyor olmak dengeyi bozuyor bir şekilde. Ya da sana acı veren biri yüzünden, -kadın/erkek farketmez- "hepiniz aynısınız" türünden saçma bir cümleyle, söz konusu olan cinsin tamamını aynı kategori altında toplayıp, insanları karbon kopyalarmış gibi birbiriyle eşleştirmek.. Haliyle şöyle bir soru geliyor ak'la: Peki gerçek suçlu kim ? Sen.. Ben.. Diğerleri.. Cevabı yok değil mi ? Ben söyleyim o zaman; cevap "Hiçbiri".. Suçlu yok yani.  Hayat sana verdiklerini, misli misli geri alıyorken; kimi ve neyle suçlayabilirsin ? Kime haklı, kime haksız diyebilirsin ?

Oysa hayatın bize sunabileceği en güzel armağandı "sevgi dolu bir insan", öyle değil mi ? Sorsana bir, nerede şimdi ?




UYARI : 
"Tutunamayanlar"ı okumayanlar için not; Ara bölümlerdeki "Olric" diyalogları romandan alıntı değildir. O yüzden bu diyaloglarla ilgili kimseyle iddialaşmayın, kaybedersiniz. Çünkü hepsini ben yazdım .