Cumartesi, Temmuz 07, 2012

Onikiye Beş Kala...

Karar vermişti küçük kurbağa
ölmesi gerekiyordu artık..
Ve ölecekti de...

Aslında kendisi de biliyordu
ölmemesi gerektiğini,
ama öylesine bıkmıştı ki herşeyden.

Hem ne yapmıştı
ne görmüştü kötülükten başka ?
Ayrıca kimse onun fikrini almamıştı
dünyaya getirirken.
Nihayetinde kendi halinde bir kurbağaydı,
kırk kardeşten yalnızca biri.

Sonra hangi kardeşini görebiliyordu  ki şimdi,
hatta gördükleri bazen
tanımazlıktan bile geliyordu.
Ya annesi babası,
onlar da tek başına bırakmamışlar mıydı ?

Yaşam zordu;
para kazanmak,
karnını doyurmak gerekiyordu.
Yiyecek bulmak
eskisi kadar kolay değildi.
Bunun yanında insan denilen varlıklar
günden güne kurutuyor
ve tüketiyorlardı çevrelerini.

Üstelik herkesin
başını sokacağı bir yuvası varken,
o bir gelincik yaprağından bile yoksundu.
Hiç kimsesi kalmamıştı, yalnızdı.
Çocuklar bile alay ediyordu onunla..
 
Artık ölümü buram buram hissediyordu..
Kararlı adımlarla uçurumun köşesine kadar yaklaştı.
Birkaç adım geriye gidip,
atacaktı kendini suların derinliğine.

Biraz prova yaptı önce,
o mesafeden oldukça yüksek görünüyordu..
Korktu.. Ama yapması da gerekiyordu..
Gözlerini kapadı, 
geriye doğru üç-dört adım attı..
Bir cesaretle, zıplaya zıplaya
yamacın köşesine kadar geldi,
ve durdu.. 

Bir an tereddüt etti ;
atlasa ne olacaktı,
ne kazanacaktı,
dahası kimin umurundaydı ?
Herşeye rağmen yaşam güzeldi
onunla ya da onsuz sürecekti de..

Yine de bıraktı kendini 
uçurumdan suya...
Fakat yaşadığı ve yaşayabileceği
en kötü son bu olsa gerekti;

Çünkü yüzmeyi zaten biliyordu...

Hiç yorum yok: