Zor bir soru oldu değil mi ?
Gelen mesajların trafiğine
bakılırsa, okuyanları bir hayli düşündürmüş ve yormuş olmalı. İnsan psikolojisi
o kadar değişken ki, böyle bir soruya verebileceği net bir yanıt yok. Çünkü
kendi de bilmiyor, kimi gerçekte sevdiğini yahut kimin gerçekte onu sevdiğini.
Daha ilginci düşünmüyor. Bir nevi tembellik bu. O güne kadar yaşadıklarından
aklında kalanlar, yaptığı çıkarımlarla cebinde biriktirdiklerini bir anda
umarsızca harcayıveriyor. Hazıra alışmış. Tanıştığı ya da hayatına kabul ettiği
her insanın yeni bir yolculuk olduğu aklına bile gelmiyor. Yoksa karşısındaki
insanların ortalama davranış biçimlerine ve tepkilerine göre bir değer verip,
hepsini aynı kefeye koyar mı hiç ? İşte aynılaştırma burada başlıyor. Elmalar
da, armutlar da aynı sepete hooop ! Ondan sonra gelsin "sen de onun
gibisin", "bunun gibisin" hikayeleri.
Bugün çok sevdiğim bir
dostumla müzik sohbeti yapıyoruz. Dizi müzikleridir, film müzikleridir, yeni
çıkan albümlerdir.. Müzik sektörünü kurtarmayacağız elbette ama çok keyifli
gidiyor. Neyse uzatmayım, konuşmanın bir yerinde o anlattı. Magazin
programlarından birinde bir röportaj izlemiş. Röportajı veren oldukça ünlü bir
pop şarkıcısı ve bestecisi. Muhabirin "besteleriniz birbirine benziyor
eleştirisi alıyor musunuz ?" sorusuna
bir cevap vermiş, ne yalan söyleyim ben utandım. Cevabı merak ediyorsun değil
mi ? Şöyle demiş ünlü türk büyüğü : "Elbette benzeyecek, bundan daha
normal birşey olabilir mi ? Zaten hepsi hepsi 7 nota var müzikte..". Aynılaştırma
demiştim ya, bak üçbin yıllık müzik tarihi bir anda böyle çöpe atılıyor işte. O
yedi notayla, Dede Efendi'den Itri'ye, Karacoğlan'dan Pir Sultan Abdal'a,
Mozart'tan Beethoven'a kimler, ne eserler bestelerken ve biz hala onları
dinliyorken, modern türk insanının arkasına sığındığı bahane bu : "Zaten 7
nota var !". Şimdi gel bu adamı Vivaldi ile aynı sepetin içine koy, bak
bakalım diğerlerini ne kadar zamanda çürütecek..
Hiçbirşey birbirine benzemez. Ne
yağmur damlası, ne kum tanesi. Sen öyle sanırsın. Kimbilir belki de öyle
olmasını istersin. Aynılaştırmak, daha kolay gelir. Düz ve sorunsuz. Aslında insanın
kendi kendine söylediği en güzel yalandır bu. Tek kaçış planı. Canlı cansız
farketmez, kurtulmak istediği her objenin kulpu hazırdır; "O da bana böyle
söylemişti", "Şu da bana böyle davranmıştı", "Bunların
hepsi aynı" türünden cümleler, eyleme sadece eşlik ederler. Özetle bu
coğrafyada yaşayanların genleri her daim benzetme, mazaret üretme ve kaçma
konusunda mükemmeldir. O kadar güzel, o kadar orantılı ve o kadar her yüze
rahatça uyum sağlayan bir maskedir ki bu, kimsenin aklına -arada bir de olsa-
kendine dönüp de bakmak gelmez.
Velhasılı soruyu sorması kolay da, cevap bulması zor. Hele hele bir de
cevabı biliyor ve görmezden geliyorsan vay haline.. O zaman tavsiyem kaçmaktan
vazgeç; ya "Annem" de, ya "Babam".. Yetmedi sonuna da
"bir insanı annesinden çok kim sevebilir" ritüelini ekle,
bitsin.. En rahatı, ohh mis ! Ben öyle
değilim işte.. Görmezden gelemem. Sorarım, sorgularım. Düşünmekten alıkoyamam
kendimi. Beni, ben yapan bu. Kimi, niye daha çok sevdiğimi ya da kime, niye
tercih edildiğimi merak ederim, bilmek isterim. Yoksa sayfalar dolusu
bunca cümleyi neden kurayım durduk yere ?
Birini sevmek gerçekten
maharet istiyor. Emek vermek, zamana karşı durabilmek, geçmişi geçmişte
bırakabilmek, çevreden etkilenmemek, kırmamak, dökmemek, güvenmek, sadık
kalabilmek, paylaşabilmek, sonuna kadar yanında olabilmek.. O kadar karmaşık,
ama bir o kadar da yalın. Karmaşık çünkü, insanoğlunun bu kadar eylemi tek bir
çatıda toplayacak cesareti, dahası sabrı yok. Yalın çünkü, bunların hepsi tek ve
o en çok sevdiğin isimin altında birleşiyor, varlığın anlamlanıyor. Haydi bu da
bir itiraf olsun; mesela ben, seninleyken daha iyi biriymişim gibi hissediyorum
kendimi. Çokçana keyifli, belki daha mutlu, belki daha az yalnız hatta belki de
daha az kimsesiz. Ne kadar rahatlatıcı bir duygu anlatamam. Bir taraftan bu
şekilde yazması kolay, ama diğer taraftan da biliyorum ki tarifi mümkün değil,
yaşamak lazım. Sonunda anladım; hayattaki
en güzel şey bütün eksiklerini bilmesine rağmen seni hala ve ısrarla, kanının
son damlasına kadar sevecek birisinin olmasıymış.. Ben beceremedim, o ayrı..
Son birkaç gündür garip
rüyalar görüyorum. Hayır olsun deyip tekrar uyumaya çalışsam da başarılı
olduğum söylenemez. Hele dün gece gördüğüm oldukça ilginçti. Başka zaman olsa
oturup yazmak için saatlerce kafa patlatırdım, bu kez yapmadım. Onikiye beş
kala durmuş bir saatin birbirine kavuşamayan akrep ve yelkovanının hikayesiydi.
Her ikisi de birbirlerini çok seviyorlardı, ama uzaktan. Saat bozuk olduğu için
kavuşamıyorlardı bir türlü. Akrep "Saat ustasıyla konuşalım, bozuk parçayı
yapmasını isteyelim ancak böyle biraraya gelebiliriz" derken; Yelkovan ise
"Söylemeyelim ustaya, eğer saati yaparsa kavuşmamız çok kısa sürer, yine
ayrılmak zorunda kalırız" diye karşı çıkıyordu. Sabaha karşı, Akrep'in 1
dakikalığına bile olsa kavuşma arzusuyla; Yelkovan'ın "En azından bu
halimizle uzaktan bile olsa birbirimizi görebiliyoruz" cümleleri arasında
kalıp, kan/ter içinde uyandım. Hayatının sonbaharına kadar herşeyden ve
herkesten kaçmış, hayatı kendisine küstürmeyi başarmış ve uzun zamandır
"Onikiye beş kala" hikayeleri yazan bir adamın rüyası da böyle olur
herhalde, değil mi ?
Şimdi herkes gibi sen de benim
nasıl olduğumu merak ediyorsun.. Merak etme, en az onikiye beş kala duran bir saat
kadar iyiyim. Olumlu tarafından bakarsan bu meret bile günde iki defa doğruyu
gösterebiliyor ki, benim yaşımdaki bir adam için hiç de kötü olmayan bir
performans. Ama yine de bazen kendi
kendime, keşke sen ben olsan; benim gözlerimden kendine baksan ve bütün
yazdıklarımın, yaptıklarımın, söylediklerimin aslında benim için ne kadar zor
olduğunu anlasan diyorum... Ama olmuyor işte...
Herneyse, gece yarısını buldum
yine yazarken. Dün doğum günümdü, bugün ikinci gün ve iki gündür feci halde uykusuzum.
Hissettiğim tek şey korku. Gerçi bir ay oldu benim soruma cevap gelmedi ama,
benim beklediğim cevap da umduğum gibi olmayacak anladığım kadarıyla. Evet, ufak
ufak bir hikayenin daha sonuna geliyoruz. Veda zamanı yaklaşıyor. 31 Aralık -
31 Ağustos.. Nereden baksan 8 ay. Hiç de azımsanacak bir süre değil. Birşey
söyleyeyim mi; İnsanın yaşarken yazması gerçekten zormuş, bu sayede bunu da
öğrendim. Bir daha yapmayacağım, söz.. Kalbim ve mantığım arasında pinpon topu
gibi gidip-gelmekten çok sıkıldım. Aynı plağı sürekli tekrarlar gibi oluyorum farkındayım
ama, en iyisi hakikaten yazmamak galiba. Öyle ya, sonunda şapkadan çıkan tavşan
bile daha çok heyecanladırırken insanları, yazmak niye ? Sonra, ben bu sayfalar
dolusu hikayeyi kime anlatacağım ki şimdi; bu kadar şiiri kime okuyacağım; bu
şarkıları kime söyleyeceğim ? Karşılığı yok, o yüzden hala vakit varken, en
iyisi vazgeçmek.
Şairin dediği gibi "ben
sevmekten hiç borçlu çıkmadım"..
* Bu yolculukta benimle olanlar için önümüzdeki günlerde belki bir bölüm daha yazarım belki yazmam ya da ne bileyim belki de bir veda şiiri kondururum en sadesinden.. Güzel bir final olur ve biter.. Karar vermedim henüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder