Çocukken en çok hafta sonları
yayınlanan radyo tiyatrosunu dinlemeyi severdim. Çünkü başı sonu belliydi ve
bir saatte biterdi. Arkası yarın'lar öyle değildi. Her sabah 10'da başlardı.
Yirmi dakika sonra sen daha ne olduğunu anlamadan en heyecanlı yerinde kesilir;
anons ve sinyal müziğiyle birlikte bir sonraki günü merakla beklemeye
başlardım. O zamanlar televizyon yok tabi, henüz deneme aşamasındalar. Sanırım
1970 ya da 71 yılı ve adına "Paket Yayın" denen birşey var;
televizyon haftanın bir günü, saat 19.30'da yayına başlıyor 24.00'de de
kapanıyor. Zaten haberlerle başlıyor, haberlerle de bitiyor; arada kalan zaman
diliminde de dizi ya da film yayınlıyorlar. Neyse, televizyon o dönem zengin işi, yaklaşık 6-7 memur
maaşına tekabül ediyor, almak mümkün değil.
Bizim mahallede de -şimdi rahmetli
oldu- Hilton'un başaşçısı Ömer amca var, haliyle onun maddi durumu iyi. Girişi
verandalı olan, tek katlı müstakil bir evde oturuyorlar. İlk televizyonu o
aldı. Televizyonu aldığı hafta, hayırlı olsun oturmasına gittik. Tesadüf bu ya,
paket yayın gününe denk gelmişiz. Ömer amca saati gelince açtı televizyonu,
oturduk haberleri izledik. Hemen arkasından bir jenerik başladı, böyle uzay
boşluğu ve aralarda uçan bir uzay gemisi; ekrana kilitlendim kaldım. Bir ses
"kaptanın seyir defteri, yıldız tarihi.." diye birşeyler anlatıyordu.
Büyülenmiş gibiydim. Nefes almadan izledim kaptan körk, mistır spak ve doktorun
macerasını. O günden sonra paket yayının olduğu her hafta Ömer amcalara
gidebilmek için bir bahane uydurmaya başladım. Söylemeye gerek yok, bir süre
sonra can sıkıntısı oluştu bizimkilerde. E paramız da yok, alamıyoruz mereti.
Allahtan Ömer amca, baktı olmuyor bütün mahalle merakta, uzunca bir elektrik
uzatma kablosu çekip her hafta televizyonu evin girişindeki verandanın balkon
kısmına taşıdı. Böylece bütün mahalleli de sokağın ortasında sandalyeleri,
pufuduk yastıkları, ellerinde çay ve çekirdekleriyle kendilerine yer yapıp
televizyondan nasiplendiler.
Biz ilk televizyonumuzu 1974
yılında satın alabildik. Kıbrıs barış harekatından sonraydı yanlış
hatırlamıyorsam, bütün Silahlı Kuvvetler personeline birer derece kıdem
atlatmışlardı. Canım babam da o parayla gidip "Nortmende" marka bir
televizyon almıştı, ben istiyorum diye. Çok güzel bir duyguydu, çok
sevinmiştim. Ne de olsa artık uzay yolu maceralarını evimde seyredebilecektim.
Herneyse, işte o gün bugündür vazgeçemem "Star Trek" serisinden.
Bütün bölümleri, bütün filmleri ne zaman yayınlasalar televizyonun başına geçer
beklerim.
İşin dramatik kısmı bu değil
elbette.. Hikaye içinde hikaye var. Babamın maaş farklarıyla televizyonu aldığı
yıl, bütün mesai arkadaşları paralarını arsa ya da kooperatife yatırdılar.
Şimdi hepsinin aşağı yukarı iki, üç dairesi var. Çoluk çocuk hepsi mal sahibi
oldu. Bizim ise hiç birşeyimiz yok. İki kardeşiz, ikimiz de kirada sürünüyoruz.
Allahtan babam emekli maaşıyla bir daire aldı kendine, en azından onların
başını sokacak bir evleri var. Bunu "keşke" hikayesi olarak algılamasın
kimse, onun için anlatmadım. Babam tek çocuğu sırf üzülmesin diye elinde ne
varsa harcayan bir adamdı ve ben üniversiteyi bitiresiye kadar da herşeyi
yaptı. O televizyondan bana kalan en güzel şey hayal kurmayı öğrenmek oldu;
yaklaşık 11 yıl sonra iletişim bilimleri fakültesi, sinema-televizyon bölümünü
kazandım ve okulu dereceyle bitirdim. 1990 yılından beri bu işi yapıyorum.
devam edecek..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder