Perşembe, Mayıs 30, 2013

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Oniki)



Babam hala hayatta.. Yetmişine merdiven dayadı, Allah uzun ömür versin.. İnsan yaşlandıkça huy değiştiriyor galiba, hatta bir miktar da huysuzlaşıyor. Belki daha unutkan, daha uzak, daha mesafeli ve biraz daha "ben merkezci" oluyor. Oysa çocukluğumun mavi üniformalı tek kahramanıydı babam. Hep ona benzemek için uğraşırdım. Kendi bilmez ama, ergenlik döneminde onun gömleklerini, pantolonlarını habersiz giyip evden kaçmamın nedeni buydu; hava harp okuluna gitmek istememin nedeni de.. Ne yazık ki o bunu hiç anlamadı. Hadi televizyon hikayesini de geçtim, ben daha iki aylıkken "ben kimseye çocuğunu kucağında taşıyamıyor dedirtmem hanım" deyip bebek arabası almayı reddeden ve beni onca zaman kucağında/omzunda taşıyan adamla, şimdiki adam aynı kişi. İnsan inanamıyor bir türlü..

Eskileri anlatmaya devam edeceğim ama belki bir aydır kafamı kurcalayan bir şeyler var. Garip bir şekilde rahatsız ediyor beni. Her ne kadar def etmeye çalışsam da, başarılı olduğum pek söylenemez. Sanki göğsümün ortasına kocaman bir taş konmuş gibi. Nefes aldırmıyor. Beynim uyuşuyor, aklım karışıyor. Düşüncelerim havada asılı kalmış balonlar gibi serbest salınım yapıyor ancak ben hiç birine dokunamıyorum. Daha da kötüsü normal insanlar gibi tepki veremiyorum. Mesela iyi bir haber alıyorum mutlu olamıyorum ya da ne bileyim üzücü birşey oluyor yakınlarımda bir yerlerde umursamıyorum. Çevremde olan biten herşey nötralize durumda. Nasıl bir vazgeçmişlikse artık, ben de anlamadım. Dışavuramıyorum, konuşamıyorum, anlatamıyorum.

Gerçi “Bu kadar gel-git yaşarken anlatacak kimse kaldı mı ?” diyeceksiniz. O da doğru, kalmadı. Bozuk plağa dönmüş ilişkilerin kırık iğnesi olarak yaşamımı sürdürünce, ortalıklarda kimselerin olmaması normal galiba. Sanırım rol dağılımlarında bir dengesizlik var bu hayatta ve bendeki “dinleyici” ölçüsü diğerlerine göre bir miktar fazla. Her gün o kadar çok kişiyle konuşuyor, o kadar çok kişinin derdine derman bulmaya çalışıyorum ki; “ben” hep eksik kalıyorum. İşin en kötü tarafı ise; bıkmadan usanmadan dinlediğim insanlardan akıl alamayacağım gerçeğiyle yüzyüze yaşamak.    

Yoruldum ben..  En az herkes kadar.. Yüreğim kaldırmıyor artık; en küçük bir cümle, minik bir serzeniş bile canımı acıtıyor. Sürekli kendime "hala doğru noktadayım" telkini yapıp "kendime, kendimi kanıtlamaktan"; yahut kanıtladığıma "kendimi inandırmaktan"; "hayır, ben böyle bir adam değilim" demekten çok sıkıldım. Ve en kötüsü, koca bir salonda orkestrası olmayan bir "maestro" gibi elimde baget ile beklemek vazgeçirtiyor her şeyden. Eskiden böyle değildim, bu kadar çabuk vazgeçmezdim. Çünkü bilirdim ki, hayatın bana sunduğu iki seçenek var.. Ya o en çok istediğin şey için sonuna kadar savaşacak ve ona sahip olacaksın ya da her şeyi bırakıp köşene çekilecek, hayata seyirci kalacaksın. 

Gerçekten çok yorgunum...


devam edecek...

Hiç yorum yok: