Perşembe, Aralık 04, 2014

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Yirmiüç)



Bu arada hikayeyi baştan okuyanlar hatırlayacaktır, en başlarda bir yerde "Nuh nebiden kalma döküntü bir evde, yalnız yaşıyorum son onsekiz yıldır" diye bir cümle kurmuştum. O cümleden bu yana bile neredeyse iki sene geçmiş. "Konuyla ne ilgisi var ?" derseniz, elbette yok. Konudan konuya atlıyorum, umarım zaman sıçramaları sert olmuyordur. Şimdi sıkı durun, o ev var ya, o ev.. Artık yok! Taşındım sonunda. Geçtiğimiz Kasım ayında 20 senem dolacaktı müebbet'te ama erken tahliyem çıktı. 19 yıl 8 ay sonra, henüz yirmili yaşlarında genç ve idealist bir sinemacı olarak girdiğim o dört duvardan, ellisine merdiven dayamış, hala idealist belki biraz daha olgun fakat gençliğini yitirmiş yorgun bir suret  olarak ayrıldım.

Cezam bitmiş. Öyle söylediler. Gerçi yıllar önce verdiğim sözü de tutup evlenemedim ama olsun. Son noktada binanın yıkım kararı çıktığı için yapacak bir şey yoktu. Ya yıkılırken içinde ben de olacaktım ya da taşınacaktım. Her makul insan gibi ikinci seçeneği değerlendirdim ve boşalttım evi.

Hazır konusu açılmışken... Bugüne kadar -ailem dahil- herkes beni evliliğe karşı bir adam olarak algıladı. Ömrünün yarısından fazlasını tüketmiş, bundan sonra daha ne kadar yaşayacağını bilemeyen bir adam olarak duruma açıklığa kavuşturmak istiyorum. Hayır efendim, ben evliliğe hiç karşı olmadım. Belki kanımın hızlı aktığı dönemlerde, mesela üniversite çağlarında “Evlenince ne olacak ?” dediğim olmuştur bir-iki kere ama hepsi o. Daha ileri giden bir davranış biçimi  hiç sergilemedim. Üstelik 3 kez niyetlenmişliğim, 2 kez zorla içine çekilmek istenmişliğim bile vardır.

Hiç unutmam bir keresinde annem bir mektup yazmıştı bana. İçinde de bir kızın vesikalık fotoğrafı. Mektubada adı, nerede oturduğu, nerede çalıştığı ne iş yaptığı türünden bütün bilgileri sıralamış. Yetmemiş kızın ailesine de haber salmış bizim oğlan tanışmaya gidecek diye… Kendimi ne kadar kötü hissettiğimi anlatamam. Annemle de – o zaman istanbul’a yerleşmemişlerdi- telefonda tartışmalarımızın sonu gelmedi bir dönem. Neyse ben baskılara dayanamadım, gençlik de var serde tuttum mektupta yazan iş numarasını çevirdim. Kız açtı telefonu, kendimi tanıttım. Sesim titriyor, yüzüm kızarıyor, her yanımı ateş sarıyor. Öyle saçma bir durum ki! Nasıl utanıyorum kendimden anlatamam.  Uzatmayım, bir-iki klasik sorudan sonra allahtan kız dobra çıktı da işkenceden kurtuldum. Söylediklerini hâlâ unutmam:

“Özgür bey sesinizden anladığım kadarıyla kibar ve düzgün bir insansınız. Bakın yanlış anlamanızı istemem ama ailem bana danışmadan bir yanlışlık yapmış numaramı size vermiş. Bu tür görüşmeler ve buluşmalar benim onaylayacağım türden şeyler değil. Hem sonra kaçıncı yüzyıldayız öyle değil mi ? O yüzden sizden ricam ısrarcı olmamanız. Lütfen bir daha aramayın.”

Ses tellerim nasıl kasıldıysa “Peki aramam” cümlesi çıkamadı bir türlü dudaklarımdan. Zaten kız cevabı beklemeden telefonu yüzüme kapatmıştı bile. 


devam edecek...

Hiç yorum yok: