Aynı şeyi bir-iki kez babam da yaptı. Onunki
daha az zararlıydı. Ama tüm
bunların içinde bir bomba var ki
anlatmadan geçemeyeceğim. Üniversiteyi bitirdiğim yıldı hiç unutmam, okulu
bitirmeme bir ay vardı. Bizimkilerin ailece görüştüğü yakın dostlarından biri,
bir akşam oturmasına geldiklerinde beni kızlarına istemişlerdi. Okul bitip, gözleri
açılmadan bağlayalım şu işi demişlerdi. Şu kadarını söyleyim, bir insan ne
kadar utanabilir ya da bunun bir sınırı var mıdır bilmiyorum ama ben bütün o
çizgiyi geçip mağmaya doğru bir indim, bir çıktım.
Sonrasında babamla erkek erkeğe bir konuşma
yaptık. Bu durumun normal olduğunu ve ben iyi bir çocuk olduğum için böyle bir
taleple geldiklerini söyledi. Sonuçta onların da iyi bir aile olduklarını, uzun
zamandır dostluklarının sürdüğünü, önemli olan iyilerin birbilerini bulması
olduğunu ve bir ailenin gözbebeği, tek kızları için böyle bir kararı vermesinin
ne kadar zor bir durum olduğunu elinden geldiğince anlatmaya çalıştı. Olmadı
tabi. Ben çocuğum daha, yaşım 22; aklımda bir an önce okulu bitirmek,
sonra İstanbul’a gelip iş bulmak, sinema sektöründe çalışmak, kariyer yapmak
var. Elimde de iki tane felaket senaryosu ;
Bir) Evleneceğim ve ömür boyu o şehirde yaşayacağım
–ki herkesin istediği bu,
İki) Daha kötüsü yıllardır kurduğum hayallerin
hepsi yerle bir olacak.
Doğal olarak “Hayır” dedim. 8 Haziran/Cuma günü
mezun olup diplomamı aldım ve haftasına
İstanbul’a gelip iş aramaya başladım. Temmuz’un ilk haftası bir film ekibine
dahil olmuştum.
Tam bu noktada duruyorum, evlenme mevzusuna
geri döneceğim. Malum önümüz yılbaşı, bir kaç kelam etmem lazım. Kredi kartına
3 taksitle kutlayan herkese buradan selamlar, evlerinde yeni yıla gireceklere
sevgiler. Hazır yeri
gelmişken söyleyim, şu ana kadar yeniyıl yazısı yazmayı düşünmüyordum. Niyesine
gelince: Geçtiğimiz yıllardan çok daha kötüydü 2014. Yoklukla ilgili sınavı gençlik
zamanlarında verdiğimi sanıyordum, meğer bitmemiş. Her neyse ileride belki bunu
da anlatırım; bu yılı öyle ya da böyle yaşadım ama ne yalan söyleyim “yaşamasam
da olurdu” diyebileceğim bir yıldı. Mesele yokluk değil; bulursun
buluşturursun, bir araya gelirsin, konuşursun, satın alırsın, yok sayarsın vs..
Asıl mesele eksiklerim, eksildiklerim, kaybettiklerim ve tamamlayamadıklarımın
sayısının bir hayli çoğalması.
İnsanın bir tarafı sürekli azalır mı yahu? Böyle
bir kötülüğü kendime nasıl yaptım ben bile inanamıyorum. Koca bir yılda gidilen
tiyatro sayısı sıfır; Sinema sayısı beş; konser sayısı sıfır; festival sayısı
sıfır; ben ki ortalama her hafta bir
kitap okurum, bu yılki ortalamam on; kendi hikayelerimi bile ayda en az iki
bölüm yazarım, bu yıl -bu yazı dahil- yedi; eskiden arkadaşlarımla ortalama on
günde bir dışarı çıkıp bir şeyler yapardım, bu yıl on kez bile çıkmamışımdır; tatil desen bu sene
dahil şirketimden 6 yıl senelik izin alacaklıyım; hafta sonu desen senenin
yarısı Pazar dahil her gün çalışıyorum; grafik animasyonlu yaklaşık otuz reklam
filmi yapmışımdır belki ama yönetmen koltuğuna oturup çektiğim film sayısı üç;
şiir konusuna hiç girmeyelim kelimeler başımda uçuşmaya başladı mı unutmak ve
yazmamak için elimden geleni yapıyorum, oysa yazmak Attila hocamdan bana nasihat
olarak kalan tek güzel şey..
Liste böyle uzayıp gidiyor işte. Genel bir
isteksizlik hali üzerine marine edilmiş vazgeçmişlik sendromu. Açıkçası bu
durumdan hiç hoşnut değilim. Geçen gün Oruç Aruoba’nın bir şiiri geçti elime, şöyle
demiş üstat :
“Özgürlük budur belki
de:
Sürekli bir yersizlik;
Sürüp giden bir yol…” Sürekli bir yersizlik;
Çok hoşuma gitti. “Bu satırları ben yazmalıydım”
dediğim ender şiirlerden biri. Bütün olumluluğu ve olumsuzluğuyla beni
anlatıyor. Hem içindeyim, hem dışında..
Yeri gelmişken bir kaç kişiye özür borcum var, sene
bitmeden üzerimde kalmasın. Affetsinler
diye değil, ben bile kendimi affetmezken onlardan böyle birşey isteyemem zaten.
Bu kendi halinde masumane bir itiraf. Hem insan kendine yalan söyleyebilir mi? Söyleyemez
ya da en azından söylememeli. Anne-Babam; Yedi teyzeden hayatta kalan ikisi Sevimciğim ve
İsmetciğim; Koray-Hayriye, Murat-Nida, Arkın-Ebru, TamTam, Mustafa, Mutlu, Serpil,
Ahmet, Okan, Ebru.. Sizlere yeteri kadar vakit ayırmadığım ve yalnız bıraktığım
için onlarca kez özür diliyorum. Bu kadar sıkıntının içinde hepinizden kaçtığım
ve dertlerimi paylaşmadığım için de ayrıca özür diliyorum. Ne olur kızmayın,
bütün bunları sizleri üzmek için değil, tam aksine korumak için yaptım. Umarım
bir gün beni anlarsınız.
Sıkıcı bir adam olduğumu başlarda
bir yerde söylemiştim. Gerçekten öyle ama. İnsanları hem sıkıyorum, hem de
üzmemek için uzaklaştırıyorum kendimden. Hayatı çok ciddiye aldığımı
söylüyorlar. Kendim için hiç birşey yapmıyormuşum. Ailemin kahraman çocuğuymuşum.
Böyle olur muymuş ? Bu kadar sorumluluk alınır mıymış? Sokaklar öyleymiş,
ağaçlar böyleymiş… Vesaire, vesaire, vesaire. Yazmakla, anlatmakla bitmez ki
bu.
İyisi mi buraya kadar
okuduğunuz her şeyi unutun. Valla unutun. Hatırlamaya ne gerek var, hem zaten
bu benim hikayem. Herkesin benimle aynı hayatı yaşaması da olası değil. O yüzden bu
yıl farklı bir şey yapalım ve 2015’den yarım bıraktıklarımızın sayısını azaltmasını
dileyelim. Olmaz mı ?
Hepinizin yeni yılı kutlu, mutluluğunuz daim olsun
olsun..
devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder