Perşembe, Aralık 25, 2014

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Yirmidört)



Aynı şeyi bir-iki kez babam da yaptı. Onunki daha az zararlıydı. Ama tüm bunların içinde  bir bomba var ki anlatmadan geçemeyeceğim. Üniversiteyi bitirdiğim yıldı hiç unutmam, okulu bitirmeme bir ay vardı. Bizimkilerin ailece görüştüğü yakın dostlarından biri, bir akşam oturmasına geldiklerinde beni kızlarına istemişlerdi. Okul bitip, gözleri açılmadan bağlayalım şu işi demişlerdi. Şu kadarını söyleyim, bir insan ne kadar utanabilir ya da bunun bir sınırı var mıdır bilmiyorum ama ben bütün o çizgiyi geçip mağmaya doğru bir indim, bir çıktım.

Sonrasında babamla erkek erkeğe bir konuşma yaptık. Bu durumun normal olduğunu ve ben iyi bir çocuk olduğum için böyle bir taleple geldiklerini söyledi. Sonuçta onların da iyi bir aile olduklarını, uzun zamandır dostluklarının sürdüğünü, önemli olan iyilerin birbilerini bulması olduğunu ve bir ailenin gözbebeği, tek kızları için böyle bir kararı vermesinin ne kadar zor bir durum olduğunu elinden geldiğince anlatmaya çalıştı. Olmadı tabi. Ben çocuğum daha, yaşım 22; aklımda bir an önce okulu bitirmek, sonra İstanbul’a gelip iş bulmak, sinema sektöründe çalışmak, kariyer yapmak var. Elimde de iki tane felaket senaryosu ;

Bir) Evleneceğim ve ömür boyu o şehirde yaşayacağım –ki herkesin istediği bu,
İki) Daha kötüsü yıllardır kurduğum hayallerin hepsi yerle bir olacak.

Doğal olarak “Hayır” dedim. 8 Haziran/Cuma günü mezun olup diplomamı aldım  ve haftasına İstanbul’a gelip iş aramaya başladım. Temmuz’un ilk haftası bir film ekibine dahil olmuştum.

Tam bu noktada duruyorum, evlenme mevzusuna geri döneceğim. Malum önümüz yılbaşı, bir kaç kelam etmem lazım. Kredi kartına 3 taksitle kutlayan herkese buradan selamlar, evlerinde yeni yıla gireceklere sevgiler. Hazır yeri gelmişken söyleyim, şu ana kadar yeniyıl yazısı yazmayı düşünmüyordum. Niyesine gelince: Geçtiğimiz yıllardan çok daha kötüydü 2014. Yoklukla ilgili sınavı gençlik zamanlarında verdiğimi sanıyordum, meğer bitmemiş. Her neyse ileride belki bunu da anlatırım; bu yılı öyle ya da böyle yaşadım ama ne yalan söyleyim “yaşamasam da olurdu” diyebileceğim bir yıldı. Mesele yokluk değil; bulursun buluşturursun, bir araya gelirsin, konuşursun, satın alırsın, yok sayarsın vs.. Asıl mesele eksiklerim, eksildiklerim, kaybettiklerim ve tamamlayamadıklarımın sayısının bir hayli çoğalması.

İnsanın bir tarafı sürekli azalır mı yahu? Böyle bir kötülüğü kendime nasıl yaptım ben bile inanamıyorum. Koca bir yılda gidilen tiyatro sayısı sıfır; Sinema sayısı beş; konser sayısı sıfır; festival sayısı sıfır;  ben ki ortalama her hafta bir kitap okurum, bu yılki ortalamam on; kendi hikayelerimi bile ayda en az iki bölüm yazarım, bu yıl -bu yazı dahil- yedi; eskiden arkadaşlarımla ortalama on günde bir dışarı çıkıp bir şeyler yapardım, bu yıl  on kez bile çıkmamışımdır; tatil desen bu sene dahil şirketimden 6 yıl senelik izin alacaklıyım; hafta sonu desen senenin yarısı Pazar dahil her gün çalışıyorum; grafik animasyonlu yaklaşık otuz reklam filmi yapmışımdır belki ama yönetmen koltuğuna oturup çektiğim film sayısı üç; şiir konusuna hiç girmeyelim kelimeler başımda uçuşmaya başladı mı unutmak ve yazmamak için elimden geleni yapıyorum, oysa yazmak Attila hocamdan bana nasihat olarak kalan tek güzel şey..

Liste böyle uzayıp gidiyor işte. Genel bir isteksizlik hali üzerine marine edilmiş vazgeçmişlik sendromu. Açıkçası bu durumdan hiç hoşnut değilim. Geçen gün Oruç Aruoba’nın bir şiiri geçti elime, şöyle demiş üstat :

“Özgürlük budur belki de:
Sürekli bir yersizlik;
Sürüp giden bir yol…”

Çok hoşuma gitti. “Bu satırları ben yazmalıydım” dediğim ender şiirlerden biri. Bütün olumluluğu ve olumsuzluğuyla beni anlatıyor. Hem içindeyim, hem dışında..

Yeri gelmişken bir kaç kişiye özür borcum var, sene bitmeden üzerimde kalmasın. Affetsinler diye değil, ben bile kendimi affetmezken onlardan böyle birşey isteyemem zaten. Bu kendi halinde masumane bir itiraf. Hem insan kendine yalan söyleyebilir mi? Söyleyemez ya da en azından söylememeli. Anne-Babam; Yedi teyzeden hayatta kalan ikisi Sevimciğim ve İsmetciğim; Koray-Hayriye, Murat-Nida, Arkın-Ebru, TamTam, Mustafa, Mutlu, Serpil, Ahmet, Okan, Ebru.. Sizlere yeteri kadar vakit ayırmadığım ve yalnız bıraktığım için onlarca kez özür diliyorum. Bu kadar sıkıntının içinde hepinizden kaçtığım ve dertlerimi paylaşmadığım için de ayrıca özür diliyorum. Ne olur kızmayın, bütün bunları sizleri üzmek için değil, tam aksine korumak için yaptım. Umarım bir gün beni anlarsınız.

Sıkıcı bir adam olduğumu başlarda bir yerde söylemiştim. Gerçekten öyle ama. İnsanları hem sıkıyorum, hem de üzmemek için uzaklaştırıyorum kendimden. Hayatı çok ciddiye aldığımı söylüyorlar. Kendim için hiç birşey yapmıyormuşum. Ailemin kahraman çocuğuymuşum. Böyle olur muymuş ? Bu kadar sorumluluk alınır mıymış? Sokaklar öyleymiş, ağaçlar böyleymiş… Vesaire, vesaire, vesaire. Yazmakla, anlatmakla bitmez ki bu.

İyisi mi buraya kadar okuduğunuz her şeyi unutun. Valla unutun. Hatırlamaya ne gerek var, hem zaten bu benim hikayem. Herkesin benimle aynı hayatı yaşaması da olası değil. O yüzden bu yıl farklı bir şey yapalım ve 2015’den yarım bıraktıklarımızın sayısını azaltmasını dileyelim. Olmaz mı ?

Hepinizin yeni yılı kutlu, mutluluğunuz daim olsun olsun.. 


devam edecek...

Hiç yorum yok: