Çarşamba, Mart 02, 2011

(S)aklımdakiler VI

“Siyah beyaz tuşlarında piyanomun
seni çalıyorum şimdi
çaldıkça çoğalıyorsun odada
sen arttıkça ben kayboluyorum..”

Şimdi beni tanıyan herkes, sana kızıyor. Tanıdıklarından değil, yalnızca okuduklarından çıkardıkları sonuç bu. Kızma.. Belki onlar da tanısalar ya da en azından benim gözümden bakabilseler, farklı düşünecekler. Ayrıca senin bir yanlışın da yok. Çok muhtemel ki, olanların hepsi benim hatam. Çünkü benim hayatım zaten “Ne kadar çok insan tanırsa, o kadar yalnız kalanlar” treninde, üçüncü mevkii biletle yolculuk yaparak geçti. O halde, günden güne böylesine azalırken, kaza süsü verilmiş bu cinayetin suçunu üzerime almakta ne sakınca olabilir ki ? Kimseyi suçlamıyorum artık. Yardım da istemiyorum; bu kadar kanayan yerim varken, yara bandı olarak kullanılmak da...Üzülme, senin yaptığın bilinen bir gerçeğin altını kalınca bir kalemle çizmekten öteye bir şey değil. Bu gerçeği hatırlamak, belki bir tarafımı acıtmış olabilir ama, gerçek her zaman gerçek, doğru her zaman doğru. Her ne kadar kabullenmek istemesek de… Hem “şimdi ne olacak” diye düşünmen de yersiz bence, seni zaten kimseler bilmiyor. Bazen ben bile kendi kendime şüpheye düşmüyor değilim; var mısın, yok musun ve gerçekten yaşıyor musun ? Aradan o kadar uzun zaman geçti ki, artık varlığın da yokluğun da bir. Ne garip, insanın bir gün en sevdiği için böyle bir cümle kurabileceği kimin aklına gelirdi ki ?..

“Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini..”


Beni en çok yoran, unutmak zorunda kalacaklarımın sayısının günden güne artıyor olması.. Genelde yaşadığım her ayrıntıyı saklamayı tercih ederim ama, bir gün sakladıklarımdan da vazgeçmek zorunda olma duygusu ağır ve zor geliyor. Mesela unutmak istemediğim bir ayrıntıyı aradan beş ay da geçse, beş yıl da geçse hatırlıyorum.. Büyük bir keyifle yenmiş akşam yemeği ve ardından içilen bir kahve; belki bir çiçek, yakaya iliklenen bir nazar boncuğu ya da duygulu kısa bir mesaj.. Diğer yandan, yapan her kim olursa olsun, gerçekten affedemiyorsam, hiç beklemeden bir dakikada içerisinde herkesi/herşeyi unutup silebiliyorum.. Bir fotoğraf, bir ses, bir adres, bir telefon numarası, belki de sayfalarca yazılmış bir mektup, hiç farketmiyor..

Unutmak ve affetmek.. Ne kadar birbirinden ayrı, ama bir o kadar da bitişik iki kelime değil mi ? Madeni bir paranın iki yüzü gibi.. Tek bir vücutta sırtsırta vermiş olsalar bile, yanyana gelmeleri mümkün değil. Hep birinden birini seçmek zorundasın. Sanırım hayat bana, yeni bir şeyler daha öğretmeye çalışıyor. Yoksa böyle bir sessizliğin nedeni başka ne olabilir ki ?

“Oysa yoruldum
körebe oynamaktan
nereye saklansam
avucundayım.”

Herkes benden birşeyler çalıyor biliyor musun ? Üstelik sormadan. Öylesine sesim kısıldı ki, sanki her gün bir başka parçamı kaybediyor gibiyim. Daha da kötüsü, doğruluğunu / yanlışlığını bile sorgulamıyorum. Çünkü yoruldum artık: Güçlü olmaktan, konuşmaktan, anlatmaktan, sevmekten, emek vermekten, zamansızlıktan, dengelemekten, gitmekten, inanmaktan, yazmaktan… Hepsinden yoruldum…Oysa tek isteğim vardı; birinin sesimi duyması. Sandım ki o biri sesimi duyarsa, bahar gelecek. Bahar gelecek çiçekler açacak. Sümbüller mi dersin, laleler mi, erguvanlar mı yoksa gelincikler mi ?.. O yeşil ki, görsen toprağı çatlacak.. Kuşlar kendi halinde kanat çırpacaklar gökyüzünde özgürce. Hatta belki içlerinden biri gelip omzuma konacak ve “boşver işi gücü, herşeyi bırak, ona git” diyecek.. Güneş en tepede, bütün sıcaklığıyla içimi ısıtacak; gözlerimi kısacağım ona bakarken. Sonra bir ağaç gölgesi bulup yere oturacağım. Sırtımı gövdesine verip çimlere, toprağa dokunacağım. Parmaklarımın arasından belki karıncalar geçecek, kulaklarımda gelinciklerin üzerinde uçuşan arıların vızıltıları.. Yaşadığım onca kötülükten arınıp, yarı şaşkın yarı mütebessim bir ifadeyle sevineceğim bu halime ve “o iyi ki var benim hayatımda” diyeceğim bütün evrene. Belki biraz daha çocuklaşarak, hiç bıkmadan ve usanmadan yine seni düşleyeceğim.

Hani hep derler ya “hayat vedalarla biter” diye.. İnanma sakın.. Hayat vedalarla bitmez, vedalarla başlar…

Hiç yorum yok: