“En fazla içimde ölürsün
Nasılsa yokluk rehin bırakılıyor kalana
Kalan gidene denk neyi varsa susuyor.
Ve susmak inceltiyor her yarayı
Ve susmak bakmak oluyor
Gitmediğin her yere..”
Aynadaki adamın haline üzülüyorum. Çok yorgun görünüyor.. Biraz durgun, biraz uykusuz, biraz kayıp, belki biraz da kimsesiz. Bakışlarında yıllardır çözemediğim bir hüzün var. Gözbebeklerindeki ışık, günden güne soluyor. Başını bir sağa bir sola çevirip, aynadaki yansımanın kim olduğunu anlamaya çalışsa da, başarılı olduğu pek söylenemez.. Mesela adam, yüzündeki yaranın ne zaman çıktığını hatırlamıyor ama, aynadaki yerini biliyor, o gösteriyor yarayı.. Göz altındaki mor halkaları, dudak kenarlarında derinleşen kırışıklıkları, şakaklarında gün geçtikçe sayısı artan akları hiç görmemiş ama aynadaki adam bütün çizgileri, akları her gün ve tek tek saymış. Bütün bedeli o ödemiş sanki.. Kimbilir sesinin çıkmayışı da belki bu yüzden.
İnsan ve yansıması; aynı dili konuşsalar bile yabancılar. Birbirlerine böylesine benzemelerine rağmen, her defasında ilk kez karşılaşıyorlar gibi.. Ve aslında, her ikisinin de aklında hep aynı soru : “Hangimiz daha gerçeğiz; O mu, Ben mi ?”..
İçime ne kadar işlediysen, gelmeyeceğini bildiğim günden beri aynadaki adamı bile tanıyamaz oldum - gerisini artık sen düşün…
“Kimi sevsem sensin, hayret !
Senden nedense vazgeçilemiyor...”
Seni düşünmediğim herhangi bir saat, bir saniye, bir an dahi yok... Hani belki diyorum uyuyunca unuturum ama, o da olmuyor. Çünkü uyuyamıyorum. Uyursam rüyaya dalarım diye korkuyorum. Gerçek hayatta yüzyüze gelmeyi başaramasam da, rüyada karşılaşma olasılığımız beni tedirgin ediyor. Hatta öyle bir anda bile ne söyleyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Düşüncesi, yüzümün kızarmasına yetiyor. Bu nasıl bir çaresizlik ya da nasıl bir utangaçlıksa, bu kadar yıl geçti hala çözemedim.
Zaman hiç geçmiyor.. Ya da o geçiyor, ben duruyorum. Geceler uzun, uçsuz, bucaksız ve aynı.. Okuma, yazma, dinleme üçgeninin batık yolcuları.. Başlarda heyecan verici gibi görünse de, bir süre sonra aynılaşmanın verdiği rahatsızlık, harcanan zamanla güç birliği yapıp, intikam almaya başlıyor. Ben çoğalmayı ve başkalaşmayı umarken bir de bakıyorum ki, azala azala tek kalmışım. Yani “suçlu” yine benim..
Geçen gece bir kitapta rastladım. “Öğretilmiş Çaresizlik” diye bir başlık atmışlar. İlgimi çekti. Hızlıca bir göz gezdireyim derken, takıldım kaldım. Bir yandan hoşuma gitti, ama okurken ara ara kendimden şüphelenmedim değil “Acaba bende mi bu gruba dahilim ?” diye. Öte yandan “Öğreti” ve “Çaresizlik” gibi, biri olumlu biri olumsuz, iki kelimenin birbirine iliştiğinde, böyle bir anlama geleceği hiç aklıma gelmezdi :
“Öğretilmiş çaresizlik kültüründe, bireylere neleri yapmamaları gerektiği o kadar güçlü bir şekilde öğretilir ki, o kişi o alanda yeni bir denemede bulunmayı aklından bile geçirmez. Kişi deneyip yanılmadan doğuştan kaybetmeyi kabul eder! Batılılar deneyip yanılıp çaresizliği öğrenir. Bizse çaresizliği doğar doğmaz öğreniriz ki, deneyip yanılmayalım! Bu kadar iyi kalpli insanlar olduğumuz halde, bu kadar çaresizlik içinde yaşamamızın tek nedeni bu..”
Şimdi sen söyle, biz hangi taraftayız ?
“Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi ?
Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.”
Biz seninle hiç beraber olmadık. Ne aynı sabahı birlikte karşılamışlığımız, ne aynı havluya yüz sürmüşlüğümüz, ne aynı kaldırımda yürümüşlüğümüz, ne de aynı soğukta üşümüşlüğümüz var. Hatta ikimizi yanyana görenlerin sayısı “Üç” bile değil. Öyleyse niye bir yanım sürekli eksikmiş gibi hissediyorum. Mesela, insan hiç hayatında olmayan biri için “sabahları onsuz uyanmak beni mutsuz ediyor” cümlesi kurar mı, ya da çocuk gibi mızmızlanır mı ? Ne bileyim öğle arası verilen bir kahve molasında “iyi ki hayatımda o var, bu da iyi birşey” deyip, ortada hiç bir neden yokken gülümser mi ? Durduk yerde “ben iyiyim, iyi olmalıyım” telkini yapar mı kendi kendine, karşısındaki üzülmesin diye ?
Bugüne kadar hep, hayal etmenin yaşamın yarısı olduğuna inanırdım.. Ama gel gör ki, bu kez ben yarım kaldım…
Nasılsa yokluk rehin bırakılıyor kalana
Kalan gidene denk neyi varsa susuyor.
Ve susmak inceltiyor her yarayı
Ve susmak bakmak oluyor
Gitmediğin her yere..”
Aynadaki adamın haline üzülüyorum. Çok yorgun görünüyor.. Biraz durgun, biraz uykusuz, biraz kayıp, belki biraz da kimsesiz. Bakışlarında yıllardır çözemediğim bir hüzün var. Gözbebeklerindeki ışık, günden güne soluyor. Başını bir sağa bir sola çevirip, aynadaki yansımanın kim olduğunu anlamaya çalışsa da, başarılı olduğu pek söylenemez.. Mesela adam, yüzündeki yaranın ne zaman çıktığını hatırlamıyor ama, aynadaki yerini biliyor, o gösteriyor yarayı.. Göz altındaki mor halkaları, dudak kenarlarında derinleşen kırışıklıkları, şakaklarında gün geçtikçe sayısı artan akları hiç görmemiş ama aynadaki adam bütün çizgileri, akları her gün ve tek tek saymış. Bütün bedeli o ödemiş sanki.. Kimbilir sesinin çıkmayışı da belki bu yüzden.
İnsan ve yansıması; aynı dili konuşsalar bile yabancılar. Birbirlerine böylesine benzemelerine rağmen, her defasında ilk kez karşılaşıyorlar gibi.. Ve aslında, her ikisinin de aklında hep aynı soru : “Hangimiz daha gerçeğiz; O mu, Ben mi ?”..
İçime ne kadar işlediysen, gelmeyeceğini bildiğim günden beri aynadaki adamı bile tanıyamaz oldum - gerisini artık sen düşün…
“Kimi sevsem sensin, hayret !
Senden nedense vazgeçilemiyor...”
Seni düşünmediğim herhangi bir saat, bir saniye, bir an dahi yok... Hani belki diyorum uyuyunca unuturum ama, o da olmuyor. Çünkü uyuyamıyorum. Uyursam rüyaya dalarım diye korkuyorum. Gerçek hayatta yüzyüze gelmeyi başaramasam da, rüyada karşılaşma olasılığımız beni tedirgin ediyor. Hatta öyle bir anda bile ne söyleyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Düşüncesi, yüzümün kızarmasına yetiyor. Bu nasıl bir çaresizlik ya da nasıl bir utangaçlıksa, bu kadar yıl geçti hala çözemedim.
Zaman hiç geçmiyor.. Ya da o geçiyor, ben duruyorum. Geceler uzun, uçsuz, bucaksız ve aynı.. Okuma, yazma, dinleme üçgeninin batık yolcuları.. Başlarda heyecan verici gibi görünse de, bir süre sonra aynılaşmanın verdiği rahatsızlık, harcanan zamanla güç birliği yapıp, intikam almaya başlıyor. Ben çoğalmayı ve başkalaşmayı umarken bir de bakıyorum ki, azala azala tek kalmışım. Yani “suçlu” yine benim..
Geçen gece bir kitapta rastladım. “Öğretilmiş Çaresizlik” diye bir başlık atmışlar. İlgimi çekti. Hızlıca bir göz gezdireyim derken, takıldım kaldım. Bir yandan hoşuma gitti, ama okurken ara ara kendimden şüphelenmedim değil “Acaba bende mi bu gruba dahilim ?” diye. Öte yandan “Öğreti” ve “Çaresizlik” gibi, biri olumlu biri olumsuz, iki kelimenin birbirine iliştiğinde, böyle bir anlama geleceği hiç aklıma gelmezdi :
“Öğretilmiş çaresizlik kültüründe, bireylere neleri yapmamaları gerektiği o kadar güçlü bir şekilde öğretilir ki, o kişi o alanda yeni bir denemede bulunmayı aklından bile geçirmez. Kişi deneyip yanılmadan doğuştan kaybetmeyi kabul eder! Batılılar deneyip yanılıp çaresizliği öğrenir. Bizse çaresizliği doğar doğmaz öğreniriz ki, deneyip yanılmayalım! Bu kadar iyi kalpli insanlar olduğumuz halde, bu kadar çaresizlik içinde yaşamamızın tek nedeni bu..”
Şimdi sen söyle, biz hangi taraftayız ?
“Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi ?
Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.”
Biz seninle hiç beraber olmadık. Ne aynı sabahı birlikte karşılamışlığımız, ne aynı havluya yüz sürmüşlüğümüz, ne aynı kaldırımda yürümüşlüğümüz, ne de aynı soğukta üşümüşlüğümüz var. Hatta ikimizi yanyana görenlerin sayısı “Üç” bile değil. Öyleyse niye bir yanım sürekli eksikmiş gibi hissediyorum. Mesela, insan hiç hayatında olmayan biri için “sabahları onsuz uyanmak beni mutsuz ediyor” cümlesi kurar mı, ya da çocuk gibi mızmızlanır mı ? Ne bileyim öğle arası verilen bir kahve molasında “iyi ki hayatımda o var, bu da iyi birşey” deyip, ortada hiç bir neden yokken gülümser mi ? Durduk yerde “ben iyiyim, iyi olmalıyım” telkini yapar mı kendi kendine, karşısındaki üzülmesin diye ?
Bugüne kadar hep, hayal etmenin yaşamın yarısı olduğuna inanırdım.. Ama gel gör ki, bu kez ben yarım kaldım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder