Cuma, Mayıs 27, 2011

(S)aklımdakiler XIV

"Kimileri 'seviyorum' der,
çünkü ezberlemiştir.
Kimileri diyemez,
çünkü gerçekten sevmiştir ."

Geçen çok sevdiğim bir arkadaşımla buluştuk akşamın kör karanlığında. Rakılıyoruz, oradan buradan konuşuyoruz. Eskiler, yeniler, nereden geldik, nereye gidiyoruz, vesaire.. Genelde içkili sohbetlerin sonu hep bende patlar. Gerçi rakı olsun olmasın, bir ritüel haline geldi bu benim hayatımda, o ayrı.. Anne-baba, teyze-amca, kuzen-yeğen.. farketmez.. Bir kere adamların hedef tahtasına oturmuşum. Haliyle herkesin amacı, hedefi onikiden vurmak.. Hele evli ve çocuklu arkadaşlarınla berabersen yandığının resmidir, daha üçüncü kadehe gelmeden; “hadi ama oğlum yetmedi mi bekarlık..” cümleleri başlar.. E, yine öyle oldu tabi. Bu arkadaşım da uzun zamandır yalnız olduğumu biliyor. İçine anason ve alkol karışınca diyalogların seyri de değişebiliyor :

- Var mı yeni birileri hayatında ?

- Var.. Niye ?

- Ne demek niye ? Sormak da mı yasak artık ?

- Yok canım niye yasak olsun.. Sor tabi..

- E, sordum işte.. Cevap da hoşuma gitti.. Güzel olmuş..

- Yok, sandığın gibi değil ama.. Nasıl söyleyim ?.. Yani var da yok..

- Anlamadım ?

- Neyi anlamadın ?

- Hiç senin cümlen değil bu..

- Öyle mi diyorsun ?..

- Bak, başlama yine.. Ağzından kerpetenle çektirme şu lafları.. Eziyet etme bir kere de..

- Peki o zaman, cevap veriyorum.. Şimdi benim hayatımda biri var, var olmasına da.. Sorun şu ki, onun bundan haberi yok. Bir şey söylemedim daha.. Yokluk kısmı oradan..

- Kim, tanıyor muyum ben ?

- Tanımazsın..

- Ben tanımıyorum.. Kız hem var, ama aynı zamanda yok.. Bir şey de söylememişsin. Valla anlamadım.. Gecenin şu saatinde Sherlock Holmes'culuk oynatma bana..

- Oynayalım Watson, ne çıkar ?

- Eeee sen de.. Adam gibi anlatsana şunu..

- Bana diyorsun ama, asıl senin kafa güzel oldu..

- Bu anafikire nereden ulaştınız, sakıncası yoksa sorabilir miyim paşam?

- Oğlum onbeş dakikadır konuşuyoruz, hala doğru soruyu soramadın. Ne deyim ben sana ?

- ...

- "Senin için ne ifade ediyor ?" de, "Seviyor musun?" diye sor.. Bir takmışsın "yok tanıyor muyum, tanımıyor muyum".. Hayır tanısan ne olacak, ne değişecek.. Benim yerime gidip sen mi konuşacaksın ? Bir şey söyleyim mi senin kafa böyleyse yandık.. Şuradan kalkıp eve gidemeyiz
biz, sabah toplarlar artık buradan..


- Peki ulan soruyorum o zaman, seviyor musun ?

- Seviyorum tabi oğlum ne sandın ! Ölüyorum, geberiyorum lan..

- Niye susuyorsun o zaman, bir şey yap, bir şey söyle..

- Söyleyeceğim.. Söylemeyeceğim demedim ki..

- Anladım ben, bu kafayla senden bir bok olmayacak.. Ben bilmez miyim malımı oğlum öyle arpacı kumrusu gibi susar, bir şey söylemezsin sen..

- Watson bir ayrıntıyı atlıyorsun.. “Söylememek” başka “Söyleyememek” başka.. Arada fark var...

- Başlıcam farkına lan.. Fark varmış..

- Sen harbiden buldun kafayı. Oğlum ne var şimdi bunda sinirlenecek ?

- Bak hala ne diyor ? Ya niye her defasında aynı şeyi yapıyorsun bilmiyorum ki.. Neyi bekliyorsun, kızın sıkılıp gitmesini mi ?

- Gitmez o.. Bilir onu sevdiğimi..

- Nah gitmez! Biraz daha bekle de, bak bakalım gidiyor mu, gitmiyor mu ?

- Ya, tamam kızma be oğlum..

- Ne kızacağım lan, iyiliğini istediğimiz için konuşuyoruz şurada..

- Bu kez söyleyeceğim, valla bak.. Az kaldı diyorum ya, niye inanmıyorsun ?..

....

İnsan sabah ayılıp bir gece önceki diyalogları hatırlayınca daha bir farkına varıyor.. Sahi, seni ne kadar çok sevdiğimi nasıl anlatacağım ben ?

"ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur.."

Sonunda senin de aklına düştü aynı soru değil mi ? Ve cevabın da hazır, biliyorsun. Ama yine de emin olamayıp, "bekleyim" diyorsun; "bekleyim ve göreyim". Nasılsa gelecek.. Ne kadar kendine güvensen de içinde bir tutam korku var: Öyle ya, ya bulamazsa seni ?.. Korkma. Çünkü duygular karşılıklıdır. Şimdi korkarsan, muhtemel ki karşındaki de korkacak ve geri adım atacak.. Bu daha kötü.. Hayat böylesine acımasızken, önüne bu kadar çok engel çıkarıp kendi istediğini zorla yaptırıyorken.. N’olur bir kere de korkma.. sen engel ol ona. En sonunda bir şey de senin istediğin gibi bitsin.. Beklemesin, yalnızca gelsin..

Biliyor musun, sorular, acabalar, aramalar, bulmalar bir yana, işin özü cesaret kelimesinde değil aslında. Asıl mesele sevmekte, yani yürekte.. Ne insanlar tanıdım, yıllar boyunca beraber olup ayrılmış. Şimdi hangisine sorsan tanımaz bir diğerini. Ne sevdiği yemeği bilir, ne rengi ne de çaya attığı şekeri.. Ve daha da kötüsü, desen ki "hiç mi güzel bir anın olmadı ?", hatırlamaz. İşte bu yüzdendir beklemem. Çünkü ben, nefes aldığım her dakika yanımda ol isterim, yarım kalmış cümleni tamamlamak isterim, susarak söylediklerini anlatmak isterim, üzerindeki ağırlığı dengelemek isterim, yorgunluğunu göğsümde yumuşatıp azaltmak isterim.. Ve isterim ki, hatırlamayacağım hiçbir anımız olmasın...

Sana daha önce de söyledim varsan varım, yoksan yok...

Salı, Mayıs 17, 2011

(S)aklımdakiler XIII

"Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze.."

Şimdi dokunma mesafemdesin. Dokunmuyorum ama.. Durup bakıyorum sadece. Korku ya da çekinme değil bunun adı. Yalnızca sakinlik. Hani insanların boş bir ânı vardır; genelde kimse farketmez. Böyle bir şeyler düşünürken kafasının dağınık olduğu ve gözlerinin uzaklarda bir yere takılıp, kilitlendiği; ya da yatağında yarı dalgın gözlerini kırpıştırırken "bırak beni, biraz daha uyuyacağım yaaa" dediği ânlar.. -ki ben onlara "dünyadan habersiz masumiyet" diyorum. Dikkatli bakmadığın sürece öyle bir ifadeye tanık olman mümkün değil.. Yumuk gözlerle uyuyan bir bebeğin çok özel/güzel bir karesini yakalamak gibi bir şey. Seninle beraberken de böyle oluyor işte. Mesela konuşmalarımızın arasına giren sessizliklerde o ânını yakalıyorum ve gördüğüm o fotoğrafa bayılıyorum. Beden burada ama akıl başka bir yerde takılmış kalmış, kafanı sallayarak kendi kendine hesap yapıyorsun sanki.. İzlemesi hoşuma gidiyor. Ne yapayım elimde değil; çünkü yüzüne her baktığımda yeni bir ayrıntıyı daha keşfeden çocuklar gibi mutlu oluyorum. Yine de herşeye rağmen duruyorum, dokunmuyorum.

Hem o kadar uzun zaman geçti ki aradan, önce başımı birinin omzuna yaslamayı hatırlamam hatta belki de yeniden öğrenmem lazım.. Ne garip, ben yirmilerimde de aynı heyecanı hissederdim. Kırka geldim değişen hiç birşey yok. Aklımdan geçenler bile aynı; "söylesem mi, söylemesem mi ?", "ister mi, istemez mi ?", "gelir mi, gelmez mi ?".. Evet, evet.. Başımı yaslamayı başardığım an bitecek hepsi bunların, biliyorum.. O zaman; tenin, nefesin, kokun, kalbinin atışı bir olacak ve onlar anlatacaklar senin yarım kalan öykünü..

"Bir ben biliyorum
Yorgun gözlerinin altındaki halkaların
Ebem kuşağı olduğunu ve
İstediğinde yedi renk bakabileceğini.
...
Ve bir ben seviyorum seni bu şehirde adam gibi…"

Biliyor musun, aslında bu hikayelerin kahramanı ben değilim, sensin. Her ne kadar yazan ben gibi gözüksem de, bana ait bir yaşamın kurgulanmış parçaları, bütünle ilgili yeteri kadar fikir vermeyecektir diye düşünüyorum. Öznesi sen olan cümlelere yüklenmem, sorularımı hep sana sormam veya kendimden yola çıkarak seni doğrudan hayallerime ortak etmem işte bu yüzden. Üzerimde seni kimsenin bilmiyor olmasının verdiği sonsuz bir rahatlık var. Gerçi yazdıklarımı okuduktan sonra sana - ve doğal olarak bana - kızma teşebbüsünde bulunan arkadaşlarımı düşünürsek, bu senin için de bir avantaj. Daha da güzeli bu hikayeleri senin için yazıldığını bilmeden okuman... Diğer yandan anlamış olma olasılığın da var tabi.. Öyle bir zekanın çözemeyeceği bir şey yok gibi geliyor, işin zor kısmı da bu zaten. Kimbilir belki de bu yüzden susuyorsun, bir cümle, bir tepki, bir hareket beklediğin.. Az kaldı ama.. Seni sensizlikle değil, seninle yazacağım günler yakındır. Şimdilik "(s)aklımdasın"...

"herkes kırılamaz
ipince bir dal olmak gerekir
kırılmak için.."

Bu akşam yazdığım bütün bölümleri baştan sona okudum. Oniki hafta bitmiş, bu onüç. Bir dağıtmışım, bir toplamışım. O kadar çok şey anlatmışım ki ben bile şaşırıyorum şimdi. Bir insanın hayatımda böylesine yer etmesi vaki değil çünkü. Nasıl işlediysen artık içime.. Yazmaya başlarken bu denli uzun soluklu olacağı da aklıma gelmedi ne yalan söyleyim. Hatta bugüne kadar yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak, çok daha önceleri gideceğini bile düşündüm.. “Eğer giderse -elime bir daha kalem almamacasına- son bir bölüm yazar, defteri kapatırım ve biter” dedim kendi kendime.. Benim gibi adamlar için bir nev'i intihar yani.. Ama gördüğün üz’re bitmedi.. bitmedin.. gitmedim.. gitmedin...
Çok alıştım sana. Hem de görmeden geçirdiğim herhangi bir günü yaşanmış saymayacak kadar.. Doğruluğu yanlışlığı bir yana, "telefonun öbür ucundaki ses" olmayı hiç sevemedim ben.. Telefonun o tiz, soğuk ve uzaklık çağrıştıran sesinden hep nefret ettim. Yirmi farklı tonda seni seviyorum desem ne olacak, sen karşımda olmadıktan sonra. Ben görmeliyim, dokunmalıyım, konuşmalıyım, paylaşmalıyım, birlikte düşünüp birlikte yazmalıyım.. Başka türlü diğer yarımı tamamlayamam ki !.. Sahi sen bunca yıldır nerelerdeydin ?

"yitirdiğim herşeyde
kazandığım birşey var;
kazandığım herşeyde biraz yitirdiklerim.
bu yüzden birileri
ısınıp dururken
dinmez üşümelerim..."

Yine de hiç birşey için kendini “mecbur” hissetmeni istemem.. Bilirim çünkü, mecburiyet bir süre sonra mahkumiyet olarak algılanır. Öyle olduğu için değil elbette, başkaları öyle hissettirdiği için. Kimi teslim olmak ister, kimi teslim almak. Ama bana sorarsan ikisini de istemem, sevmek denge işi.. Doğrusu en yalın haliyle sevginin kollarına bırakmak kendini...
Hem hangi mumun bir diğer mumu tutuşturmakla ışığını kaybettiği görülmüş ki ?

Perşembe, Mayıs 05, 2011

(S)aklımdakiler XII

“öyle bir yere varmışız ki farkında bile olmadan
birbirinden aynı uzaklıkta
iki yıldız gibi şimdi
hem geçmiş hem gelecek
deniz karanlık kimsesiz gece
bir tek ıslıkla aydınlanıyor
seferini unutmuş tekne
bir tek ıslık
insanı nereye kadar götürürse..”

Hani bazen tek başına yürürsün ıssızlıkta. İsteğin gitmektir, geriye dönmeksizin. Başına ne geleceğini bilmesen de, küçük küçük molalar vererek ilerlemek iyi gelir, nefes aldırır. Arada bir durup ufka bakarsın ya, asıl derdin o değil tabi. Önemli olan varacağın yere ne kadar kaldığı.. Ama ya "varacağın" yeri bilmiyorsan ? Ya da o sonunu göremediğin yolun gerçekten bir "sonu" yoksa ? Herşey bir anda hiç bitmeyecekmiş gibi gelir.. Dahası endişelendirir. Öyle ya kocaman bir hayatın alışkanlığı vardır bıraktığın yerde. Sen onu bıraksan, o seni bırakmayacak.. Sonra aklına düşer, geriye bakarsın bir de.. Başlangıç noktası hep orada duruyordur. Dahası bildiğin yerdir ve dönmesi kolaydır.. Kalbin “Dön” der, aklın “Git”.. Ne zor bir matematiktir bu, bilemezsin. Bastırdıkça bastırır insanın üstüne. Bir anlık kararsızlık, felaketin olur.

İnsanların kolaycı bir tavırla tembellik yapıp, geçmişe dönme istekleri işte hep bu yüzdendir. Eski hayatlarını bu yüzden geri isterler. Eski aşklarını hep bu yüzden özlerler. Eski alışkanlıklarından bu yüzden vazgeçemezler.. Oysa geçmiş dediğin karda bıraktığın ayak izlerine benzer. Üstlerine basarak geri dönemezsin.. Çünkü zaman içinde rüzgar kapatmıştır o izleri. Bulamazsın. Kaybolursun. Sen başkalarına benzeme.. Ve sakın dönme olur mu ? Güneşini al önüne ve yalnızca yürü. Kaybetmekten de korkma. Çünkü yeni birşeyler kazanmak için bazı şeyleri kaybetmek zorundasın..

“Gözlerinle gözlerime dokunuyorsun.
Bir bilsen, o an gözlerim oluyorsun.
Kaçalım, beni gören sen sanacak..”

Biliyorum, aslında bana söyleyeceğin çok şey var. Sen gizlemeye çalışsan da gözlerin ele veriyor. Ayrıca bunu yapmayı çok istediğini de biliyorum. Belki kendinle ilgili küçük parçalar halinde ipuçları vermen bu yüzden. Ama bir nokta var -ki, dönüp dolaşıp aynı yerde kalıyorsun. Bir adım daha ileri gitmek zor geliyor. Belki hazır olmadığını düşünüyorsun, belki de bir kez daha incinmekten korkuyorsun. Her ikisi de olabilir, bilemiyorum şimdi. Oysa ne kadar güzeldir insanın yanında rahat hissettiği biriyle konuşması öyle değil mi; hayatından, geçmişinden, özlemlerinden, umutlarından, sevdiklerinden, beklentilerinden bahsetmesi.. Keşke susmasan, konuşsan. Anlatsan, dinlesem. En sevdiğin şarkıyı öğrensem birlikte söylesek mesela ya da en beğendiğin roman kahramanının bir macerasını senden dinlesem..

“Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç..
Başka şehirleri özleyelim orada seninle.
Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar
İkimize yetmez..”

Ben seni kaç yıldır düşlüyorum ya da kaç yıldır yazıyorum biliyor musun ? Mesela öznesi sen olan kaç cümle kurmuşumdur bugüne kadar; kaç kişiye söyleyememişimdir seni, kaç kişiden saklamışımdır; kaç kişiyi birleştirmişimdir sen olsun diye, kaç kişiden vazgeçmişimdir; kaç uykumu bölmüşümdür, kaç geceyi sabah etmişimdir; kaç yüzde aramışımdır, kaç yüze sormuşumdur; kaç çerçeve indirmişimdir, kaç resim eskitmişimdir; kaç kez ölmüşümdür, kaç kez gitmelerden dönmüşümdür; hayal bile edemezsin..

Sana bir sır vereyim mi ? Yola çıktığın ilk andan beri izliyorum seni. Nereden geldiğini biliyorum, şu an duraksamanın nedenini de... Farkındayım aklında pek çok soru ve emin olamadığın onlarca düşünce var. Karar veremedin henüz. İlk adımı henüz atamadın. Kimbilir belki de her şeyden vazgeçip, geri döneceksin.. Bilmediğin bir hayat zor gelecek, alışkanlıklarını değiştirmek istemeyeceksin. Şimdi yolu yeni yarıladığın için göremiyorsun ama, şu karşıdaki tepelik var ya; işte onu da aşmayı başarırsan bitecek bu ıssızlık, sis bulutu dağılacak. Sonrası aydınlık zaten, korkma. Ben o yolun sonunda seni bekliyor olacağım.

“Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki..
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki..”

Bak aklıma ne geldi; hani insan bazen yeni biriyle tanışır. Bir-iki sohbetten sonra sanki yıllardır onu tanıyormuş hissine kapılır. Gel zaman git zaman, sohbetlerin süresi uzar, görüşmelerin sayısı artar. Ve bir gün "bunca yıl beklediğim oymuş" cümlesini kurarken bulur ya kendini.. Gariptir, ne zaman konuşsak böyle hissediyorum. Ama yine de bütün hayallerim ve beklentilerim bir yana; beni sevmek ve istemek zorunda olmadığını biliyorum. Rahat ol, sonunda ölüm yok. En fazla bir kaç cam kırığı ve bir-iki çizik daha.. Alıştım artık, katlanabilirim. Hayat her şeyi öğretti bana. Tüm iyi niyetimle, istediğin an, hiç tereddütsüz gidebilirim. Hatta aynı yolun karşılıklı kaldırımlarında bile rastlaşmayız. Sözüm söz. Yeter ki "git" de. Sormam, sorgulamam.

Benim için yazılan son buysa, iki kişilik bu yalnızlığı tek başıma da yaşayabilirim.