Salı, Mayıs 17, 2011

(S)aklımdakiler XIII

"Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze.."

Şimdi dokunma mesafemdesin. Dokunmuyorum ama.. Durup bakıyorum sadece. Korku ya da çekinme değil bunun adı. Yalnızca sakinlik. Hani insanların boş bir ânı vardır; genelde kimse farketmez. Böyle bir şeyler düşünürken kafasının dağınık olduğu ve gözlerinin uzaklarda bir yere takılıp, kilitlendiği; ya da yatağında yarı dalgın gözlerini kırpıştırırken "bırak beni, biraz daha uyuyacağım yaaa" dediği ânlar.. -ki ben onlara "dünyadan habersiz masumiyet" diyorum. Dikkatli bakmadığın sürece öyle bir ifadeye tanık olman mümkün değil.. Yumuk gözlerle uyuyan bir bebeğin çok özel/güzel bir karesini yakalamak gibi bir şey. Seninle beraberken de böyle oluyor işte. Mesela konuşmalarımızın arasına giren sessizliklerde o ânını yakalıyorum ve gördüğüm o fotoğrafa bayılıyorum. Beden burada ama akıl başka bir yerde takılmış kalmış, kafanı sallayarak kendi kendine hesap yapıyorsun sanki.. İzlemesi hoşuma gidiyor. Ne yapayım elimde değil; çünkü yüzüne her baktığımda yeni bir ayrıntıyı daha keşfeden çocuklar gibi mutlu oluyorum. Yine de herşeye rağmen duruyorum, dokunmuyorum.

Hem o kadar uzun zaman geçti ki aradan, önce başımı birinin omzuna yaslamayı hatırlamam hatta belki de yeniden öğrenmem lazım.. Ne garip, ben yirmilerimde de aynı heyecanı hissederdim. Kırka geldim değişen hiç birşey yok. Aklımdan geçenler bile aynı; "söylesem mi, söylemesem mi ?", "ister mi, istemez mi ?", "gelir mi, gelmez mi ?".. Evet, evet.. Başımı yaslamayı başardığım an bitecek hepsi bunların, biliyorum.. O zaman; tenin, nefesin, kokun, kalbinin atışı bir olacak ve onlar anlatacaklar senin yarım kalan öykünü..

"Bir ben biliyorum
Yorgun gözlerinin altındaki halkaların
Ebem kuşağı olduğunu ve
İstediğinde yedi renk bakabileceğini.
...
Ve bir ben seviyorum seni bu şehirde adam gibi…"

Biliyor musun, aslında bu hikayelerin kahramanı ben değilim, sensin. Her ne kadar yazan ben gibi gözüksem de, bana ait bir yaşamın kurgulanmış parçaları, bütünle ilgili yeteri kadar fikir vermeyecektir diye düşünüyorum. Öznesi sen olan cümlelere yüklenmem, sorularımı hep sana sormam veya kendimden yola çıkarak seni doğrudan hayallerime ortak etmem işte bu yüzden. Üzerimde seni kimsenin bilmiyor olmasının verdiği sonsuz bir rahatlık var. Gerçi yazdıklarımı okuduktan sonra sana - ve doğal olarak bana - kızma teşebbüsünde bulunan arkadaşlarımı düşünürsek, bu senin için de bir avantaj. Daha da güzeli bu hikayeleri senin için yazıldığını bilmeden okuman... Diğer yandan anlamış olma olasılığın da var tabi.. Öyle bir zekanın çözemeyeceği bir şey yok gibi geliyor, işin zor kısmı da bu zaten. Kimbilir belki de bu yüzden susuyorsun, bir cümle, bir tepki, bir hareket beklediğin.. Az kaldı ama.. Seni sensizlikle değil, seninle yazacağım günler yakındır. Şimdilik "(s)aklımdasın"...

"herkes kırılamaz
ipince bir dal olmak gerekir
kırılmak için.."

Bu akşam yazdığım bütün bölümleri baştan sona okudum. Oniki hafta bitmiş, bu onüç. Bir dağıtmışım, bir toplamışım. O kadar çok şey anlatmışım ki ben bile şaşırıyorum şimdi. Bir insanın hayatımda böylesine yer etmesi vaki değil çünkü. Nasıl işlediysen artık içime.. Yazmaya başlarken bu denli uzun soluklu olacağı da aklıma gelmedi ne yalan söyleyim. Hatta bugüne kadar yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak, çok daha önceleri gideceğini bile düşündüm.. “Eğer giderse -elime bir daha kalem almamacasına- son bir bölüm yazar, defteri kapatırım ve biter” dedim kendi kendime.. Benim gibi adamlar için bir nev'i intihar yani.. Ama gördüğün üz’re bitmedi.. bitmedin.. gitmedim.. gitmedin...
Çok alıştım sana. Hem de görmeden geçirdiğim herhangi bir günü yaşanmış saymayacak kadar.. Doğruluğu yanlışlığı bir yana, "telefonun öbür ucundaki ses" olmayı hiç sevemedim ben.. Telefonun o tiz, soğuk ve uzaklık çağrıştıran sesinden hep nefret ettim. Yirmi farklı tonda seni seviyorum desem ne olacak, sen karşımda olmadıktan sonra. Ben görmeliyim, dokunmalıyım, konuşmalıyım, paylaşmalıyım, birlikte düşünüp birlikte yazmalıyım.. Başka türlü diğer yarımı tamamlayamam ki !.. Sahi sen bunca yıldır nerelerdeydin ?

"yitirdiğim herşeyde
kazandığım birşey var;
kazandığım herşeyde biraz yitirdiklerim.
bu yüzden birileri
ısınıp dururken
dinmez üşümelerim..."

Yine de hiç birşey için kendini “mecbur” hissetmeni istemem.. Bilirim çünkü, mecburiyet bir süre sonra mahkumiyet olarak algılanır. Öyle olduğu için değil elbette, başkaları öyle hissettirdiği için. Kimi teslim olmak ister, kimi teslim almak. Ama bana sorarsan ikisini de istemem, sevmek denge işi.. Doğrusu en yalın haliyle sevginin kollarına bırakmak kendini...
Hem hangi mumun bir diğer mumu tutuşturmakla ışığını kaybettiği görülmüş ki ?

Hiç yorum yok: