Perşembe, Nisan 12, 2012

Onikiye Beş Kala...


Yokluk hikayeleri çok bende. Anlatmakla bitmez. Yine de kağıda kaleme gitmiyor elim şu sıralar. Yazamıyorum. Sanki gizli bir güç "dur" deyip, sürekli uzaklaştırıyor beni masadan. Belki o da, bu hikayeyi yarım bırakmamı değil, tamamlamamı istiyor. Belki de bu kez doğru adreste olduğumun mesajını vermeye çalışıyor içten içe. Ya da bunların hepsi birer tesadüf, ben veda etmek istemediğim için, kendi kendime uyduruyorum herşeyi.. Çünkü biliyorum ki bu kalp, bir yokluk daha yaşarsa duracak ve bir daha atmayacak..

Sen sonuncu kez yoktun..
Ve ben,
Hala seni seviyordum..
Belki  hiç tanımadan,
Belki yalnızca görerek,
Belki de nedensizce.

"Yazamıyorum" dedim ama, yalan tabi. Aslında yazdım birşeyler. Eski usûl, el yazısıyla. Hatta bir hafta kadar da elimde gezdirdim. İlk gün iki kez okudum.. Sonra birkaç gün ara verdim ve yeniden okudum.. - Mutsuz bir sonla bittiğini söylememe gerek yok herhalde-  Derken, benden hiç beklenmeyecek bir davranış biçimiyle imha etmeye karar verdim. Yırttım ve çöpe attım. Çok ağır geldi. Korktum. Bundan yıllar sonra -sen hayatımda olsan da, olmasan da- geri dönüp baktığımda, böyle bir hikayeyle yüzleşmek istemedim.

Ve yaşam
Bir gelgitler bütünüydü,
Dün ile bugün arasında;
Farkında değildin..
Ya da farkındaydın herşeyin,
Şimdiyi sonraya bırakıyordun.

Biliyor musun, bunca zaman yalnızlığı soluduktan sonra, bir ses bile insanı değiştirebiliyor. Radyoda duyduğun bir şarkı, yanından ıslık çalarak geçen bir çocuk, telefonun öbür ucundan gelen bir ses.. farketmiyor. Anında toparlıyorsun kendini. Omuzların dik, daha bir güvenle basıyorsun yere. Ya o şarkıya eşlik ediyorsun ya da en güzel ses tonunla "merhaba" diyorsun karşındakine. Çünkü herhangi bir sesin bile sana hatırlattığı en az bir fotoğraf karesi var ve o geliyor gözlerinin önüne. Sonunda anlıyorsun ki varlığın bu sayede anlam buluyor. Yoksa yalnızlığa kim dayanabilir ki ? Kim alışabilir ?

Ve seni sevmelerim
Hergün artıyordu,
Ama sen bilmiyordun..
Vakit an be an daralıyordu,
Ben biraz daha ölüyordum,
Anlamıyordun.

Yalnızlık dediğin yağmurlu bir ikindi vakti, onun çok sevdiği bir şarkıyı plaktan dinlerken, aynada gördüğün yansımana benzer. Kaybetmenin verdiği acıyla, şarkıya eşlik etmenin verdiği mutluluk arasında gidip gelen; şaşkın, garip ve anlamsız bir ifade. Nasıl bir yabancılaşmaysa artık, o yansımanın sana ait olduğunu bile anlamazsın bir süre sonra.. "Acaba bu aynadaki adam kim ?" sorusunu sorarken kendine, bir de bakarsın ki yıllar geçip gitmiş, siz daha tanışamadan. İnsan ve yansıması; sanki birbirine iki yabancı. Aynaları sevmeyişim bu yüzden işte, hepsi elbirliği yapmış gibi yalnızlığımı hatırlatıyor.


Diğer yandan, birşeyi çok merak ediyorum; mesela bu yazdıklarımı hiç okuyor musun ? Ne bileyim başkaları gibi bir sonraki bölümde neler olacak diye bekliyor musun ? Kendini arıyor musun ya da kendinden parçalar buluyor musun içinde ? Birşey olacağından değil de, merak işte.. Bugüne kadar onlarca hikaye anlattım, yüzlerce sayfa yazı yazdım ama içlerinde tek farklı olan bu. Çünkü bundan öncekilerde, geniş bir zaman dilimine yayılmış ve artık unutulmaya yüz tutmuş birçok anıyı aynı hikaye içinde topladım. Fakat "onikiye beş kala" öyle değil. Hem yakın zamanı anlatması, hem şiirlerin bana ait olması diğerlerinden ayırıyor bu hikayeyi. Ama asıl fark; hepsinin bir tek kişiye yazılması, hem de en sevdiğime..

Ve sen,
Belki de seviyordun beni,
Söyleyemiyordun ancak..
Ya da söylemek istemiyordun,
Herşey yarım kalıyordu.


Aralardaki şiiri takip ediyor musun ? Bak, bütün satırlar seni anlatıyor. Ancak onlar da bir yokluk hikayesi. Yazıyı imha ettim etmesine ama, bu kaldı. Elim varmadı yırtmaya. Belki duygu dilimi daha yakın geldi -ya da en azından daha dengeli-... Belki de artık beni sevmediğin ve bundan sonra benim olmayacağın duygusuna kendimi çok alıştırdığım için.. (Ne kötü..) Açıkçası son zamanlarda içinde bulunduğum paradokslardan biri de bu. Mesela, seni böylesine sevmeme rağmen, niye sürekli "mutsuz son" senaryoları yazıyorum ki ben? Maddenin doğasına aykırı bu. Bahar gelmiş, çiçekler açmış, masmavi bir gökyüzünü seyredip, seni düşünürken "sen yoksun" diye bir şiiri yazmaya başlamaktan daha saçma ne olabilir ki hayatta ?..

Ve başkasıylaydın belki,
Bırakamıyordun..
Ya da uğruna
Terketmeye değecek adam değildim,
Ya da adam gibi adam..
Ve belki de yarımdım ben de,
Bu yüzden herşey yarım kalıyordu.


Fakat gel gör ki, hep gidecekmişsin gibi geliyor. Hatta belki de çoktan gittin, ben de bu hikayeleri uydurmaya ve saçmalamaya devam ediyorum sanki.  Yok yok, paranoya değil hiçbiri. Vallahi değil. Mesela uzun zamandır birlikte hiçbirşey yapmadığımızın farkında mısın ? Böyle bir soruya bulunacak onlarca mazaret var ve -en kötüsü de- hepsini biliyorum; iş, güç, toplantı vesaire.. Oysa bu istek hep senden gelirdi, nereye gideceğimize bile sen karar verirdin. Haydi mazaretlerimizden birinin ardına sığınıp bunu bir tarafa bıraktık diyelim; Peki en son kendimizle ya da birbirimizle ilgili ne zaman konuştuk, onu hatırlıyor musun ? Hatırlamıyorsun değil mi ? Bu daha kötü işte. 

Ve sen sonuncu kez yoktun,
Ve ben yine bir başına
dönmeni bekliyordum
Yaşamın ve şehrin
Tam ortasında.


Sanırım artık kendi payıma düşene razı olup, gitmeliyim. Sen de sustuğuna ve "kal" demediğine göre.. Belki de en iyisi bu...

Hiç yorum yok: