Yokluk hikayeleri çok bende. Anlatmakla
bitmez. Yine de kağıda kaleme gitmiyor elim şu sıralar. Yazamıyorum. Sanki gizli
bir güç "dur" deyip, sürekli uzaklaştırıyor beni masadan. Belki o da,
bu hikayeyi yarım bırakmamı değil, tamamlamamı istiyor. Belki de bu kez doğru
adreste olduğumun mesajını vermeye çalışıyor içten içe. Ya da bunların hepsi
birer tesadüf, ben veda etmek istemediğim için, kendi kendime uyduruyorum
herşeyi.. Çünkü biliyorum ki bu kalp, bir yokluk daha yaşarsa duracak ve bir
daha atmayacak..
Sen sonuncu kez
yoktun..
Ve ben,
Hala seni
seviyordum..
Belki hiç tanımadan,
Belki yalnızca
görerek,
Belki de
nedensizce.
"Yazamıyorum" dedim
ama, yalan tabi. Aslında yazdım birşeyler. Eski usûl, el yazısıyla. Hatta bir hafta kadar da elimde gezdirdim. İlk gün iki kez okudum.. Sonra
birkaç gün ara verdim ve yeniden okudum.. - Mutsuz bir sonla bittiğini
söylememe gerek yok herhalde- Derken,
benden hiç beklenmeyecek bir davranış biçimiyle imha etmeye karar verdim. Yırttım
ve çöpe attım. Çok ağır geldi. Korktum. Bundan yıllar sonra -sen hayatımda olsan
da, olmasan da- geri dönüp baktığımda, böyle bir hikayeyle yüzleşmek istemedim.
Ve yaşam
Bir gelgitler
bütünüydü,
Dün ile bugün
arasında;
Farkında değildin..
Ya da farkındaydın
herşeyin,
Şimdiyi sonraya
bırakıyordun.
Biliyor musun,
Yoksa yalnızlığa kim dayanabilir ki ? Kim alışabilir ?
Ve seni sevmelerim
Hergün artıyordu,
Ama sen bilmiyordun..
Vakit an be an daralıyordu,
Ben biraz daha
ölüyordum,
Anlamıyordun.
Yalnızlık dediğin yağmurlu bir
ikindi vakti, onun çok sevdiği bir şarkıyı plaktan dinlerken, aynada gördüğün yansımana
benzer. Kaybetmenin verdiği acıyla, şarkıya eşlik etmenin verdiği mutluluk
arasında gidip gelen; şaşkın, garip ve anlamsız bir ifade. Nasıl bir
yabancılaşmaysa artık, o yansımanın sana ait olduğunu bile anlamazsın bir süre
sonra.. "Acaba bu aynadaki adam kim ?" sorusunu sorarken kendine, bir
de bakarsın ki yıllar geçip gitmiş, siz daha tanışamadan. İnsan ve yansıması;
sanki birbirine iki yabancı. Aynaları sevmeyişim bu yüzden işte, hepsi elbirliği
yapmış gibi yalnızlığımı hatırlatıyor.
Diğer yandan, birşeyi çok
merak ediyorum; mesela bu yazdıklarımı hiç okuyor musun ? Ne bileyim başkaları
gibi bir sonraki bölümde neler olacak diye bekliyor musun ? Kendini arıyor
musun ya da kendinden parçalar buluyor musun içinde ? Birşey olacağından değil
de, merak işte.. Bugüne kadar onlarca hikaye anlattım, yüzlerce sayfa yazı
yazdım ama içlerinde tek farklı olan bu. Çünkü bundan öncekilerde, geniş bir
zaman dilimine yayılmış ve artık unutulmaya yüz tutmuş birçok anıyı aynı hikaye
içinde topladım. Fakat "onikiye beş kala" öyle değil. Hem yakın
zamanı anlatması, hem şiirlerin bana ait olması diğerlerinden ayırıyor bu
hikayeyi. Ama asıl fark; hepsinin bir tek kişiye yazılması, hem de en
sevdiğime..
Ve sen,
Belki de seviyordun
beni,
Söyleyemiyordun
ancak..
Ya da söylemek
istemiyordun,
Herşey yarım
kalıyordu.
Aralardaki şiiri takip ediyor
musun ? Bak, bütün satırlar seni anlatıyor. Ancak onlar da bir yokluk hikayesi.
Yazıyı imha ettim etmesine ama, bu kaldı. Elim varmadı yırtmaya. Belki duygu
dilimi daha yakın geldi -ya da en azından daha dengeli-... Belki de artık beni
sevmediğin ve bundan sonra benim olmayacağın duygusuna kendimi çok alıştırdığım
için.. (Ne kötü..) Açıkçası son zamanlarda içinde bulunduğum paradokslardan
biri de bu. Mesela, seni böylesine sevmeme rağmen, niye sürekli "mutsuz
son" senaryoları yazıyorum ki ben? Maddenin doğasına aykırı bu. Bahar
gelmiş, çiçekler açmış, masmavi bir gökyüzünü seyredip, seni düşünürken
"sen yoksun" diye bir şiiri yazmaya başlamaktan daha saçma ne
olabilir ki hayatta ?..
Ve başkasıylaydın
belki,
Bırakamıyordun..
Ya da uğruna
Terketmeye değecek
adam değildim,
Ya da adam gibi
adam..
Ve belki de
yarımdım ben de,
Bu yüzden herşey
yarım kalıyordu.
Fakat gel gör ki, hep
gidecekmişsin gibi geliyor. Hatta belki de çoktan gittin, ben de bu hikayeleri
uydurmaya ve saçmalamaya devam ediyorum sanki.
Yok yok, paranoya değil hiçbiri. Vallahi değil. Mesela uzun zamandır birlikte
hiçbirşey yapmadığımızın farkında mısın ? Böyle bir soruya bulunacak onlarca
mazaret var ve -en kötüsü de- hepsini biliyorum; iş, güç, toplantı vesaire..
Oysa bu istek hep senden gelirdi, nereye gideceğimize bile sen karar verirdin.
Haydi mazaretlerimizden birinin ardına sığınıp bunu bir tarafa bıraktık
diyelim; Peki en son kendimizle ya da birbirimizle ilgili ne zaman konuştuk,
onu hatırlıyor musun ? Hatırlamıyorsun değil mi ? Bu daha kötü işte.
Ve sen sonuncu kez yoktun,
Ve ben yine bir başına
dönmeni bekliyordum
Yaşamın ve şehrin
Tam ortasında.
Sanırım artık kendi payıma
düşene razı olup, gitmeliyim. Sen de sustuğuna ve "kal" demediğine göre..
Belki de en iyisi bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder