Cuma, Mart 30, 2012

Onikiye Beş Kala...

Adı seninle başlayan her yolculuğa çıkabilirim. Gözlerim kapalı kilometrelerce yolu katedebilirim senin için. Üstelik ne kadar süreceğini bilmeden, sonunu hiç düşünmeden. Oysa evcimen bir adamımdır, yolculukları da hiç sevmem. Ya da ne bileyim; içinde senin adın geçen herhangi bir romanı, bir nefeste okuyabilirim. Yazım diline, kaç sayfa olduğuna, kimin yazdığına bakmadan hem de. Çevirdiğim her sayfada seni ararım, okuduğum her cümlede seni solurum içime. Oysa sıkınıtılı bir adamımdır, roman okumayı da hiç sevmem. Ama konu ayrılık oldumu, herşey değişiyor. Hırçınlaşıyorum. Hakim olamıyorum ruhuma, bedenime. Bazen Sezar gibi hissediyorum, "Sen de mi Brütüs ?" demek geliyor içimden; Bazen de Brütüs'e benzetiyorum "Şimdi öldürmeyi başarırsam, özgür olacağım" diyorum kendi kendime. Gel gör ki, ikisi de eksik kalıyor. Çünkü hayatın da bir dengesi var. Birinden birinin zamansız gidişi, o dengeyi bozuyor sanki. Tek kaldıktan sonra özgür olsan ne olur, olmasan ne olur ?

Bu artık
sonuncu sen yoksun…
şehir yok,
deniz yok,
martılar yok,
sen yoksun..

Oysa beni sana getirecek yolu bulmuştum. Keşfetmesi belki uzun zamanımı aldı, ama gerçekten bulmuştum. Sadece aceleci davranmayıp, biraz daha sabretmen gerekiyordu. Neden gitmemi istedin ki ? Seni sevdiğime inanman için mutlaka ve mutlaka ölmem mi gerekiyordu ? Bak, şimdi kanımla canımla senin için açtığım bu yoldan geri dönmek, senden vazgeçmek zorunda kalıyorum. Ve bu ne kadar zor geliyor, yüreğimi nasıl sızlatıyor bilemezsin..  

gemiler yok,
gökyüzü yok,
yıldızlar yok
ve sen yoksun..

Kendimi bir garip hissettim şimdi. Kalbim bir volkan oldu, patladı patlayacak sanki. Çocukken de böyle olurdu. O zamanlar, -babam muvazzaf asker-  üç/dört yılda bir tayinle bir şehirden bir başka şehire göç ederdik. Bir yerde uzun süre kalamazdık, bu yüzden yerleşik bir düzene geçemezdik. Sürekli görüşülen dostlar, elimize doğan bebekler, akşam beş çayının paylaşıldığı komşular, askere giden abiler, evlenen ablalar, okulu bitiren kuzenler, bayramda el öpmeye gidilen teyzeler.. hepsi bizim için hayaldi. Daha o zaman, çocuk aklımla bile hiçbir mutluluğun sonsuza kadar sürmeyeceğini anlamıştım. Çünkü elimde ne varsa kaybediyordum. İki üç yıl yaşadığım ev, anılarla dolu odam, mahallem, okulum, öğretmenlerim, arkadaşlarım.. ait olduğum ne varsa bir bir avuçlarımın arasından kayıp gidiyordu. Kayboluyordum.

fırtına,
dalgalar,
lodos yok
ve sen yine yoksun..

Eşyalar ilk toplanmaya başladığı sıralarda anlamazdım ama, bir sabah yük kamyonu kapıya gelip koliler taşınmaya başladığında sancılar başlardı bende. Hele hele ayrılık vakti gelip çattığında daha bir dayanılmaz olurdu. Vedaları sevmezdim, tutamazdım çünkü kendimi. Ağlarken kimsenin görmesini de istemezdim. Bir an önce arabanın arka koltuğuna saklanırdım. Sonrası malum, veda seramonisi biter; herkes arabaya biner; seni uğurlamaya gelen komşulardan biri ardından bir kova su döker : 
"Tez yoldan kazasız belasız gidin ve dönün".   
Oysa ki, o da bilir suyu dökerken, gidenlerin bir daha dönmeyeceğini.

Tek tanık
belki de bu şehir
- ama sessiz -
ve belki de o da yok ;
hiç varolmadı
ya da hiç yaşamadı,
yalnızca bir düştü
ya da bir isim..
Yüzlerce anlam yüklenen
yalnız bir şehir,
anıların biriktirildiği
siyah beyaz fotoğraflar gibi,
senin gibi.

Bir daha hiç görmeyeceğini bildiğin birine "görüşürüz" diyerek sarılmak, ne zordur kimse bilmez; ama ben iyi bilirim. Kaderin oyununa bak ki, yıllar sonra bugün, yine aynı yerdeyim. Gitme saati yaklaştıkça karıncalanıyor içim. Saklanmak istiyorum gizliden gizliye. Bazen "veda etmeden gitsem" diyorum; "belki kızar, küser ama nasılsa çabuk unutur". Bazen de "gitme" diye telkin ediyorum kendi kendime. Uzak dahi olsan ya da hiç görmesem yüzünü, varlığın bile yeter gibi geliyor; duruyorum.

Kimbilir belki de
terkedeceğim bu şehri,
-hem de öleceğimi bile bile-
ve sen yine olmayacaksın..

Sevgi kaf dağının ucunda,
aşk zümrüt-ü anka kuşunun kanadında,
ben adını bilmediğim bir uzakta,
ve şehir sular altına gömülüp
yasını tutarken yitirdiklerinin;
sen,
sonuncu kez olmayacaksın…
Elveda…

Çocukluğumdaki tahta kılıç, kağıttan kayık ve ağaç dallarına takılıp yırtılan uçurtmayı saymazsak, hiç birşeyim olmadı benim. Bir sen vardın..




4 yorum:

düşselhayat dedi ki...

sevdim kelimelerinizin bir araya gelişini...

Gizliyüz dedi ki...

nezaketiniz için teşekkür ederim.. çok aldırış etmiyor gibi görünsem de üzerimde yoğun bir baskı var bunları kitaplaştırmak için; siz ne dersiniz bunlardan bir kitap olur mu ? ya da böyle bir kitap olsa siz okur muydunuz ?

Gölge dedi ki...

Bir sonraki yazınız sabırsızlıkla bekleniyorsa eğer kitaplaştırılması mantıklı olabilir, bence daha çok okuyucuya ulaşmalısınız, burada doğru nabız alınamayabilir..

Gizliyüz dedi ki...

O zaman siz bana söyleyin, daha fazla okuyucu için ne yapmalıyım ?