Oldum olası okumaya, öğrenmeye ve gelişime açık
bir adam oldum. Yıllarca üniversitede iletişim okudum ve mesleğimin olgunluk
dönemlerinde uzunca bir zaman hocalık yaptım. Bütün öğrencilerime “İletişim,
daha çok iletişim” diye dersler verdim. Gel gör ki kırk yaşından sonra
iletişime kapalı bir insan olup çıktım. Hayatıma girenler, çıkanlar, acısı
kalanlar, zamansal ve çevresel faktörler konusunu bir tarafa bırakıyorum, o
başka bir bölümün konusu. Özellikle son 5-6 yıldır zaman ne kadar hızla
akıyorsa, ben de aynı hızda hayatımdakileri kaybediyorum. Eski bir radyo anonsu
vardı, hatırlayanlar bilir “Acil kanamalı bir hasta için acele 0 Rh pozitif kan
aranıyor. Kan vermek isteyenlerin şu numaralı telefondan şu hastaneye
başvurmaları rica olunur.” İşte benim durumum bu.
Peki niye ? Ben insanları çok sevdim yahu.
Gerçekten. Ayırt etmeden. Zengin-fakir, iyi-kötü, güzel-çirkin demeden hem de. Onları
dinlemeyi sevdim; fikir vermeyi, avutmayı, dertlerine ortak olmayı; denge
bulmalarını sağlamayı, aralarında denge olmayı; cebimde ne varsa paylaşmayı, elimizdeki
her şey tükenmişken omuz omuza ağlamayı; mutluyken birlikte gülmeyi sevdim. Dahası
hiç birinden karşılık beklemedim. "Vicdanın
rahat mı ?" derseniz, hem de çok.. Sırtüstü yattığımda gökyüzü ve
yıldızlar sanki ayaklarımın altında.. Gözlerimi kapadığımda mışıl mışıl
uyuyorum. Kendim dışında kimseyi kırmadan, dökmeden, yaşamayı becerdim.
Ama bunun yanında başka bir şeyi de olağanca
sertliğiyle öğrendim. Karşılık beklemeden yapılan iyilikler yapan açısından
güzel, ancak bu eylem periyodik olarak devam ettiğinde karşı tarafın bakış
açısından bir süre sonra arızaya bağlanabiliyor. Çünkü o, yaptığın her şeyin
sürekli olmasını istiyor. En basitinden bir lokantaya gittin ve hesabı
ödedikten sonra ezkaza “üstü kalsın” dedin. İkinci kez aynı yere gittiğinde, her
nasıl oluyorsa bu adamlar seni tanıyor ve yine “üstü kalsın” demen için parayı
bozukluklar halinde getiriyorlar.
Mesela Levent’deki dilenciler. Ne olur yanlış
anlaşılmasın hor görmek için söylemiyorum, ama birine para verdiğin zaman her
nasılsa o kişi yolda yürürken hep seni buluyor ve adeta peşine düşüyor. Diyelim
ki birine para verdin, kendi aralarındada örgütlenmişler parayı aldıktan sonra
10 metre ötedeki arkadaşlarına da işaret çakıyorlar, bu kez de onlar peşine
düşüyor. Ve bu döngü hiç bitmiyor. Sırf bu yüzden yolumu değiştirdim. Levent
çarşı ana caddede yürümüyorum, alışveriş etmiyorum, yemek yemiyorum.
Gerçi aile içi ilişkilerde de durum çok farklı
değil. Kendi öz be öz yeğenlerim farklı mı davranıyor sanki ? Hayır. Onlar da
aynı, sınır ne ise sonuna kadar zorluyorlar. Sevildiğini bildikleri için,
sömürebildikleri kadar sömürüyorlar. Ta ki sen “Dur” ya da “Hayır” diyene dek.
İşte “hızla kaybetme” hikayesi tam da burada
başlıyor. Bir gün kızıp yolu değiştiriyorsun, yan sokaklardan ulaşıyorsun
hedefe; yolunu kaybediyorsun. Bir başka gün hoşluk olsun diye yaptığın bir
davranışı alışkanlığa çevirme isteği yüzünden yemek yeme alışkanlığını
kaybediyorsun. 999 “Evet”ten sonra, 1 kez “Hayır” dediğin için sevdiklerini
kaybediyorsun. Ve garip bir şekilde 999 “Evet”in hiç bir önemi yahut ehemniyeti
kalmıyor, sanki hiç söylenmemişler gibi davranılıyor.
En kötüsü de sevmek eyleminin karşısına konulan
“sorumluluk” duygusu. İşin bu kısmını çözemiyorum. Yani bir iyilik yaptığım kişinin
sınırlı bir süre/ömür boyu sorumluluğunu almak zorundayım öyle mi ? Bilemiyorum,
gerçekten ama.. Ya bende bir enayilik var ya da benim karşıma çıkan insanlar
normal değil. Eh, bu da benim şanssızlığım diyelim. Ancak bu kadar şanssızlık
silsilesinin ardından haliyle bu adam da biraz değişti. Artık eskisi gibi
değil. Hayır demeyi öğrendi çünkü. Bilerek, isteyerek ve hızla kaybetmeye
başladı. İletişim kurmayı reddediyor. Yalnız kalmak bile umurunda değil. ‘Az
olsun, öz olsun, benim olsun’ diyor. Hem artık korkmuyor da.. Kaybedeceği
şeylerin sayısı o kadar az ki !
Oysa bana sevgi diye öğrettikleri başkaydı.
Sevgi neydi ? Sevgi “ben” yerine “sen” diyebilmekti, kendin gibi onun da
mutluluğunu düşünmekti. Huzurdu, güvendi, kendin olabilmekti. Sadakatti,
bağlılıktı, vefaydı, özveriydi, şefkatti, anlayıştı, sabırdı. Yalnızca
gözlerinle değil kalbinle de gülebilmekti, dahası iyi bir insan olabilmekti.
Her
şeye rağmen seviyorum insanları.
Ama daha azını.
devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder