Çarşamba, Ocak 21, 2015

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Yirmibeş)

Oldum olası okumaya, öğrenmeye ve gelişime açık bir adam oldum. Yıllarca üniversitede iletişim okudum ve mesleğimin olgunluk dönemlerinde uzunca bir zaman hocalık yaptım. Bütün öğrencilerime “İletişim, daha çok iletişim” diye dersler verdim. Gel gör ki kırk yaşından sonra iletişime kapalı bir insan olup çıktım. Hayatıma girenler, çıkanlar, acısı kalanlar, zamansal ve çevresel faktörler konusunu bir tarafa bırakıyorum, o başka bir bölümün konusu. Özellikle son 5-6 yıldır zaman ne kadar hızla akıyorsa, ben de aynı hızda hayatımdakileri kaybediyorum. Eski bir radyo anonsu vardı, hatırlayanlar bilir “Acil kanamalı bir hasta için acele 0 Rh pozitif kan aranıyor. Kan vermek isteyenlerin şu numaralı telefondan şu hastaneye başvurmaları rica olunur.” İşte benim durumum bu.

Peki niye ? Ben insanları çok sevdim yahu. Gerçekten. Ayırt etmeden. Zengin-fakir, iyi-kötü, güzel-çirkin demeden hem de. Onları dinlemeyi sevdim; fikir vermeyi, avutmayı, dertlerine ortak olmayı; denge bulmalarını sağlamayı, aralarında denge olmayı; cebimde ne varsa paylaşmayı, elimizdeki her şey tükenmişken omuz omuza ağlamayı; mutluyken birlikte gülmeyi sevdim. Dahası hiç birinden karşılık beklemedim.  "Vicdanın rahat mı ?" derseniz, hem de çok.. Sırtüstü yattığımda gökyüzü ve yıldızlar sanki ayaklarımın altında.. Gözlerimi kapadığımda mışıl mışıl uyuyorum. Kendim dışında kimseyi kırmadan, dökmeden, yaşamayı becerdim.

Ama bunun yanında başka bir şeyi de olağanca sertliğiyle öğrendim. Karşılık beklemeden yapılan iyilikler yapan açısından güzel, ancak bu eylem periyodik olarak devam ettiğinde karşı tarafın bakış açısından bir süre sonra arızaya bağlanabiliyor. Çünkü o, yaptığın her şeyin sürekli olmasını istiyor. En basitinden bir lokantaya gittin ve hesabı ödedikten sonra ezkaza “üstü kalsın” dedin. İkinci kez aynı yere gittiğinde, her nasıl oluyorsa bu adamlar seni tanıyor ve yine “üstü kalsın” demen için parayı bozukluklar halinde getiriyorlar.

Mesela Levent’deki dilenciler. Ne olur yanlış anlaşılmasın hor görmek için söylemiyorum, ama birine para verdiğin zaman her nasılsa o kişi yolda yürürken hep seni buluyor ve adeta peşine düşüyor. Diyelim ki birine para verdin, kendi aralarındada örgütlenmişler parayı aldıktan sonra 10 metre ötedeki arkadaşlarına da işaret çakıyorlar, bu kez de onlar peşine düşüyor. Ve bu döngü hiç bitmiyor. Sırf bu yüzden yolumu değiştirdim. Levent çarşı ana caddede yürümüyorum, alışveriş etmiyorum, yemek yemiyorum.

Gerçi aile içi ilişkilerde de durum çok farklı değil. Kendi öz be öz yeğenlerim farklı mı davranıyor sanki ? Hayır. Onlar da aynı, sınır ne ise sonuna kadar zorluyorlar. Sevildiğini bildikleri için, sömürebildikleri kadar sömürüyorlar. Ta ki sen “Dur” ya da “Hayır” diyene dek.  

İşte “hızla kaybetme” hikayesi tam da burada başlıyor. Bir gün kızıp yolu değiştiriyorsun, yan sokaklardan ulaşıyorsun hedefe; yolunu kaybediyorsun. Bir başka gün hoşluk olsun diye yaptığın bir davranışı alışkanlığa çevirme isteği yüzünden yemek yeme alışkanlığını kaybediyorsun. 999 “Evet”ten sonra, 1 kez “Hayır” dediğin için sevdiklerini kaybediyorsun. Ve garip bir şekilde 999 “Evet”in hiç bir önemi yahut ehemniyeti kalmıyor, sanki hiç söylenmemişler gibi davranılıyor.

En kötüsü de sevmek eyleminin karşısına konulan “sorumluluk” duygusu. İşin bu kısmını çözemiyorum. Yani bir iyilik yaptığım kişinin sınırlı bir süre/ömür boyu sorumluluğunu almak zorundayım öyle mi ? Bilemiyorum, gerçekten ama.. Ya bende bir enayilik var ya da benim karşıma çıkan insanlar normal değil. Eh, bu da benim şanssızlığım diyelim. Ancak bu kadar şanssızlık silsilesinin ardından haliyle bu adam da biraz değişti. Artık eskisi gibi değil. Hayır demeyi öğrendi çünkü. Bilerek, isteyerek ve hızla kaybetmeye başladı. İletişim kurmayı reddediyor. Yalnız kalmak bile umurunda değil. ‘Az olsun, öz olsun, benim olsun’ diyor. Hem artık korkmuyor da.. Kaybedeceği şeylerin sayısı o kadar az ki !

Oysa bana sevgi diye öğrettikleri başkaydı. Sevgi neydi ? Sevgi “ben” yerine “sen” diyebilmekti, kendin gibi onun da mutluluğunu düşünmekti. Huzurdu, güvendi, kendin olabilmekti. Sadakatti, bağlılıktı, vefaydı, özveriydi, şefkatti, anlayıştı, sabırdı. Yalnızca gözlerinle değil kalbinle de gülebilmekti, dahası iyi bir insan olabilmekti. 

Her şeye rağmen seviyorum insanları. 
Ama daha azını. 


devam edecek...

Hiç yorum yok: