Az önce eski defterlerimi karıştırıyordum. Aldığım notlar, önemli günler, anılar vesaire..Bugün biz görüşmeyeli tam 6 yıl ve yirmiyedi gün olmuş. Telefon suskun, kapı suskun. Hiçbiri çalmamış.. Ama içlerinden birisi çalsa sanki kendilerinden açılacaklar gibi. Belli onlar da özlemişler seni.
Biliyorum şimdi sana komik gelecek; hala ayna karşısında “seni seviyorum” provası yapıyorum. Her defasında “ Bu kez tamam” diyorum kendi kendime: “ İlk görüştüğümüzde ya da ilk telefonlaşmamızda söyleyeceğim...”. Ama o “ilk” gerçekleşmiyor bir türlü. Zaman su olmuş, yaşamlar hikaye ve bir ömür geçmiş farkında olmadan...
(Telefon Sesi)
Nihayet... Günlerdir bozuk sandığım telefon işte çalıyor.
- “ Alo..” (Heyecanlı)
- “ Merhaba oğlum ” (Şaşkın)
- “ Ah ! Sen miydin anne ? “ (Sesi tonu bozuk)
- “ Niye şaşırdın, başkasından mı telefon bekliyordun ? “ (Şaşkın)
- “ Yok canım, televizyon seyrederken içim geçmiş...” (Esneyerek)
...
Kocaman bir hayalkırıklığı.
Seni düşünmediğim herhangi bir an, bir saat, bir saniye yok... Hani belki diyorum uyuyunca unuturum ama, o da olmuyor. Hergün yeniden başlıyorum hayata. Hem de sıfır noktasından. Bir önceki gün, hafta, ay.. Hiç değerli değil gibi. Öğrendiklerim yanıma kâr, tanık olduklarım deneyim, izlediklerim ders, ıskaladıklarım hiçlik..Bunu hiç öğrenemeyeceksin belki; ama biliyor musun, bunların nedeni hep sensin.
Yani bu nasıl bir aşk ?
Yani niye “ sen elmayı seviyorsun diye elmanında seni sevmesi şart mı ?“ önermesi hediye paketi halinde bana sunuluyor her defasında ?
Yani Nazım’ı sevmediğimden değil ama, niye hep ben ?
İşte bu sorular yakamı bırakmıyor bir türlü. Bir tarafta benim olan sen, diğer taraftan bir başkasının olan sen... Hanginiz düş, hanginiz gerçek bulamıyorum ya da buluyorum, bulduğum anda da kaybediyorum.
Saat geceyarısını geçti. Ve altı yıl yirmisekizinci gün. Sensiz geçen diğer ikibin ikiyüz onyedisinden çok farklı değil. Gökyüzü aynı yerde, ay da öyle, yıldızlar da... Kapı, telefon çalınmayı bekliyor. Ben yine uykusuzum ve hayat hala hergün sıfırdan başlıyor. İçinde senin olmadığın hiçbir gün yaşanmış sayılmıyor.
Biliyorum şimdi sana komik gelecek; hala ayna karşısında “seni seviyorum” provası yapıyorum. Her defasında “ Bu kez tamam” diyorum kendi kendime: “ İlk görüştüğümüzde ya da ilk telefonlaşmamızda söyleyeceğim...”. Ama o “ilk” gerçekleşmiyor bir türlü. Zaman su olmuş, yaşamlar hikaye ve bir ömür geçmiş farkında olmadan...
(Telefon Sesi)
Nihayet... Günlerdir bozuk sandığım telefon işte çalıyor.
- “ Alo..” (Heyecanlı)
- “ Merhaba oğlum ” (Şaşkın)
- “ Ah ! Sen miydin anne ? “ (Sesi tonu bozuk)
- “ Niye şaşırdın, başkasından mı telefon bekliyordun ? “ (Şaşkın)
- “ Yok canım, televizyon seyrederken içim geçmiş...” (Esneyerek)
...
Kocaman bir hayalkırıklığı.
Seni düşünmediğim herhangi bir an, bir saat, bir saniye yok... Hani belki diyorum uyuyunca unuturum ama, o da olmuyor. Hergün yeniden başlıyorum hayata. Hem de sıfır noktasından. Bir önceki gün, hafta, ay.. Hiç değerli değil gibi. Öğrendiklerim yanıma kâr, tanık olduklarım deneyim, izlediklerim ders, ıskaladıklarım hiçlik..Bunu hiç öğrenemeyeceksin belki; ama biliyor musun, bunların nedeni hep sensin.
Yani bu nasıl bir aşk ?
Yani niye “ sen elmayı seviyorsun diye elmanında seni sevmesi şart mı ?“ önermesi hediye paketi halinde bana sunuluyor her defasında ?
Yani Nazım’ı sevmediğimden değil ama, niye hep ben ?
İşte bu sorular yakamı bırakmıyor bir türlü. Bir tarafta benim olan sen, diğer taraftan bir başkasının olan sen... Hanginiz düş, hanginiz gerçek bulamıyorum ya da buluyorum, bulduğum anda da kaybediyorum.
Saat geceyarısını geçti. Ve altı yıl yirmisekizinci gün. Sensiz geçen diğer ikibin ikiyüz onyedisinden çok farklı değil. Gökyüzü aynı yerde, ay da öyle, yıldızlar da... Kapı, telefon çalınmayı bekliyor. Ben yine uykusuzum ve hayat hala hergün sıfırdan başlıyor. İçinde senin olmadığın hiçbir gün yaşanmış sayılmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder