Ben bir asker çocuğuyum. Asker çocuğu olmayanlar bilmezler ; bizler kelimenin tam anlamıyla göçebe hayatı yaşarız. 2 sene o şehirde, 3 sene bu şehirde. Tam bir yere alışmışken, birden evin babası gelir "hadi gidiyoruz" der, "nereye yahu, dur daha yeni gelmiştik", "işte filanca şehire, filanca tarihte göreve başlamam lazım", "peki, ne yapalım..". Boş koliler aranmaya başlanır, bodrum katındaki eski koliler çıkartılıp içine eşyalar -gazete kağıtlarına sarılıp- doldurulur. Bu arada baban yeni görev yapacağı şehire önceden gider, ev kiralamaya çalışır.
O zamanlar şimdiki gibi "hamallık" "evden eve nakliyat" gibi müesseseler de yok. Kamyon gelir, dayanır kapıya sabahın köründe, ma'aile tabii komşularında yardımıyla eşyalar taşınır. Sonra vedalaşılır, yola çıkmak üzere araca binilir, komşular arkandan bir maşrapa su dökerler ve hikaye de orada biter. Çünkü yere dökülen su kuruduğunda zaten seni hatırlayacak kimse kalmayacaktır.
O zamanlar şimdiki gibi "hamallık" "evden eve nakliyat" gibi müesseseler de yok. Kamyon gelir, dayanır kapıya sabahın köründe, ma'aile tabii komşularında yardımıyla eşyalar taşınır. Sonra vedalaşılır, yola çıkmak üzere araca binilir, komşular arkandan bir maşrapa su dökerler ve hikaye de orada biter. Çünkü yere dökülen su kuruduğunda zaten seni hatırlayacak kimse kalmayacaktır.
“ Uzun yolların, yalnız yolcuları...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder