Pazartesi, Eylül 06, 2010

Adresini Kaybetmiş Mektuplar II

BÖLÜM 2



“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı..”




Şimdi sana saçma ya da çocukça gelecek biliyorum ama, “gün saymama oyunu” diye birşey uydurdum kendi kendime. Her gün onu oynuyorum. “Saymayı bıraktığın gün unutmuşsundur” diyorlar ya, yalan ! Öyle olmuyor işte.. Her gece aynı kâbustan kan ter içinde uyanıp, ayılmak için bir bardak su içerken “taak” diye aklıma birşey düşüyor. Ben -ki, gün-ay-yıl-saat mevhumu nedir bilmem, takvim arıyorum evde. Hangi aydayız, bugün günlerden ne ve kaç gün olmuş ? Ne garip değil mi ? Senin olmadığın ve altmışa bölünebilen bütün zaman dilimlerini tek tek, hiç üşenmeden saymak..


“ Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Herşeyi, evet herşeyi unutmalıyız…”


Bu kadar zaman geçti aradan, hala aynı çıkmaz sokaktayım. Ben bile tanıyamıyorum kendimi çoğu zaman. Anladım ki yokluk bana göre değil, hele hele alışmak hiç değil. Hangi yüze baksam seni görüyorum, böyle birşey olabilir mi ? Kiminle konuşsam sen. Kalbim çarpsa sen. Hatta kapı çalsa, mektup gelse yine sen.. Ve geride kalan onlarca gün, bir sürü yaşanmamış, harcanmış zaman parçacıkları.


Bazen düşünüyorum; örneğin biri seni merak etse, nasıl anlatırdım ? Gözlerinden mi başlardım acaba ? Yoksa gülüşünden mi ? Belki bana, o en sevdiğim tonda adımı söylemeni tarif etmeye çalışırdım.. Belki de ellerinin sıcaklığını…

Peki sorduklarında, “Sesini duyduğumda içim titriyor" desem yeterli olur muydu ya da "Sarıldığımda kalbim duracak gibi oluyor" ?


“Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum..”


Karşılığı olmayan sorular ve kelimelerin kifayetsiz kaldığı an !. Ne vazoda kurumuş iki çiçek, ne yarım kalmış bir not, ne bardakta kalan parmak izleri, ne de aynı çerçevede buluşmuş iki mutlu yüz. Elimde kalan yalnızca sessizlik ve sensizlik. Görsen onlar da iki düşman kardeş gibi; sessizliği bölen sen, seni bölen sessizlik. Ne matematik ama ! Sonunda “hiçlikler” abidesine dönmeyi başardım galiba. Daha kötüsü ne biliyor musun ? Bunların hiçbirine cevap bulacak kadar yaşamayacağım.

Hiç yorum yok: