Cumartesi, Eylül 04, 2010

Adresini Kaybetmiş Mektuplar I

BÖLÜM 1

“Herkes öldürür sevdiğini,
Kimi bir bakışı ile yapar bunu,
Kimi göz yaşı döker,
Kiminin kılı bile kıpırdamaz...”
 

Aslında bu sayfayı tekrar açmalı mıyım bilmiyorum !.. Elime kalem almayalı çok uzun zaman oldu. Kimseyi suçlamıyorum, benimki bilinçli bir seçim. Mürekkep kağıtta şekil almaya başladığında sesleri kaybetmeye başlıyorum, yüzler silikleşiyor, isimleri unutuyorum. Sonra bir korku başlıyor içimde, herşeyi yitirecekmişim gibi geliyor. Bir an duruyorum. Kendimi dinliyorum . Mantığım : “Yazmamalısın” diyor; 

- Yazarsan o gözyaşları sel olup, herşeyini alacak yine elinden. Madem yazacaktın ne diye yaşadın onca şeyi ?

Kalbimse başka bir yerde: “Yaz” diyor;

- Mürekkebi veren zaten benim. Ha bir eksik, ha bir fazla, ne farkeder ? Zaten gittiler ve dönmeyecekler. Yaz, yazabildiğince..

Ne kadar kaçmaya çalışsam da, bu iki ses peşimi bırakmıyor bir türlü. Ama ne çare her defasında kendimi bulduğum yer aynı. Elimde kalem, önümde bir müsfette kağıt, yine masanın başındayım.

İnatla son 3 aydır, -uçurumun kenarından dönercesine- tek bir kelime bile yazmadan bırakıyorum. Tek tük karalamaları da çöpe atıyorum. Oysa edindiğim en güzel alışkanlıktı bu; Hayatın içinde gezerken aldığım küçük küçük notları, bir süre sonra biraraya getirmek.. Biraz uğraştırıyordu belki araları tamamlamak ama şikayetçi değildim. Bitirip, baştan okuduğumda aldığım key’fi anlatamam. Zaman dediğin nasıl birşeyse artık, insan vazgeçebiliyor hepsinden. Çünkü yazılanları sonradan okuyup zaman atlamaları yaşamak ve geriye dönmek –ben dahil- kimsenin hoşuna gitmiyor !.. 

“En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür..”
 

Daha sana merhaba bile demedim değil mi ? Merhaba.. Ne kadar dolduysam artık sen düşün. Uzun zamandır yazamadım sana, n’olur affet. Tembellik değil ama. Belki unutma ya da unutulma beklentisi. Belki de her ikisi, bilemiyorum şimdi..

Bu sabah bir derginin sayfalarını karıştırırken denk geldim : “Beklemekte olduğun şey, ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir” türünde bir cümleydi sanırım. Anahtar kelimeler “unutmak” ve “gerçekleşmek”. Evet, insan herşeyi unutabilir, umursamayabilir, ihmal edebilir… Yakalayabildiklerin şans.. Kaçırdıkların pişmanlık.. Iskaladıkların ise körlük.. Peki bu kadar sevginin ve emeğin sonunda elde kalan ya da gerçekleşen ne ? Hiç !.. Bir taraftan yaşam hiçbirşeye aldırmadan, kendi halinde bir su edasıyla avuçlarından pervasızca akarken, diğer tarafta birbirinden ayrı düşmüş ve varlık nedenlerini unutmuş; sen, ben yahut bir başkası, aynı çemberin içinde daralmaya, kaybolmaya devam ediyoruz..

Bence doğru cümle şöyle olmalıydı : 
"İçinde varolamadığın bir hayatın ne kadarı sana ait olabilir ?”
Ya da, “Ne kadarının ait olmasını bekleyebilirsin ?".

Hiç yorum yok: