Perşembe, Eylül 09, 2010

Adresini Kaybetmiş Mektuplar III

BÖLÜM 3

 

Yol kenarındaki.
yağmur mazgallarını

kumbara sanıp
harçlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım.."

Aslında başka bir yazıya başlamıştım gecenin şu saatinde. Hatta başlangıcı bile yapmıştım ; “Bilerek mi yanına almadın giderken başının yastıkta bıraktığı çukuru ?" . Ne yalan söyleyim cümleler geldi, geldi ve takılıp kaldı kalemin ucunda. Baktım ilerlemiyor, bıraktım olduğu gibi. Zaman mevhumu ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşayan bendenizin aklına, bugünün arefe olduğu geldi. Eh, durum böyle olunca yarın da bayram öyle değil mi ?

Haliyle eski bayramları yâdetme zamanıdır diye düşündüm. Açık söylemek gerekirse güzel günlerdi. Kendimi şanslı hissediyorum,çünkü ne kadar şikayet etsem de, o dönemin tanığı olan son adamlardan sayılırım. Siyah-Beyaz fotoğraflarda kalmış cânım anıları, bugün gibi hatırlıyorum.

Daha bayram gelmeden telaşı gelirdi bizim eve. Maddi durumumuz çok iyi değil o zaman, babam ay sonunu nasıl getireceğimizi, annem de bayramı en az masrafla -ama işi ucuzlatmadan- nasıl atlatacağımızın planlarını yapardı. Ne de olsa adı bayramdı ve senede bir defa geliyordu. Bayram şekerinden tutun, ne tür tatlı yapılacağına, kanepenin örtüsünden perdelerin yıkanmasına, camların temizlenmesinden evdeki sandalye sayısına (evimizde dört sandalye ve bir kanepe vardı, bir de küçük camlı-aynalı bir vitrin; misafir sayısı fazla olursa komşularımızdan sandalye, çay bardağı ya da tabak ödünç alırdık), kimlere misafirliğe gidileceğinden, gelen misafirlerin çocuklarına ne harçlık verileceğine hatta kaç mendil alınacağına kadar ( o zamanlar bayram harçlıkları mendillerin içine koyulup verilirdi) düşünülürdü.

Tabi birde bayramlık kostümler var; kim, ne giyecek ?

Annemin ve babamın zaten her bayram giydikleri sabit giysileri vardı. Bir tek benim giyeceklerim problem olurdu, çünkü tek çocuktum. Onlar da doğal olarak tek çocuklarını bayramda en güzel giysiler içinde görmek isterlerdi. Hazır giyim pek yok o dönem, olanlarda zaten çok pahalı. Allahtan annem vardı, genç kızlığında biçki-dikiş kurslarına gitmiş sertifikalı bir terziydi. Ticaret yapmazdı ama, beni – ve benden yıllar sonra doğan kardeşimi- konfeksiyon gibi giydirirdi. Öyle yeni alınmış kumaşlar sanma, babamın giymediği küçülmüş gömlekleri ya da pantolonlarından, bilemedin eskiden alınıp dikilmiş kumaşların artıklarından. Marifetli kadındı.

Konu biraz dağıldı farkındayım.

Bayramı anlatıyordum değil mi ? Bayram sabahları erken kalkılırdı. Zaten ben uyuyamazdım genelde. Bir gün önceden yeni elbiselerimle yanyana yatardım, sanki birileri gelip alacakmış gibi. Çocuk aklı işte. Sonra sabah olunca daha yüzümü yıkamadan doğru üstümü giymeye koşardım. Annem kızardı :

- Oğlum niye acele ediyorsun, kahvaltını yaptıktan sonra giyersin. Bak üstüne birşeyler dökersin sonra, karışmam .

İşte sakinleşmem için gereken sihirli cümle buydu. Elbiselerim kirlenmesin diye pijamalarımla kahvaltı yapıp, işim bitince de, ok gibi yerimden fırlar, hemen yenilerimi giyerdim. Sonra saat 10 gibi düşerdik yollara. Çünkü bayramın ilk günü büyüklerin elleri öpülürdü. Benim en rahatsız olduğum, daha doğrusu utandığım durum harçlık verildiği anlarda yaşanırdı. Çünkü alamazdım, utancımdan kıpkırmızı olurdum. Harçlıklar o zamanlar, herkesin ortasında verilmezdi. Evin hanımı harçlık verilecek çocuğu mutfağa çağırıp, içine para konmuş mendili cebine koyardı. Ben utancımdan çağrılsam da gidemediğim için, istisna bir modeldim. Babamların yanında harçlık vermeye çalışırlardı, ben yine alamazdım. Bu kez ısrarlar başlardı :

- Hadi al oğlum, utanma. Bak bayram harçlığı veriyor teyzen.

Neyse, benim direncim kırılırdı, ama yine de son bir kez anne ve babamın gözlerinin içine bakardım. Yaptığım şeyin doğruluğunun onaylanmasını beklerdim kendimce. Babam “al” der gibi gözlerini yumardı, ancak öyle alırdım mendili. Herkes derin bir “oh” çekerdi, görsen sanki ikinci dünya harbinden çıkmışlar...

Ben bayramları severdim, bir de güneşli yazları, sonra bir de seni. Sonra sen bir gittin, yaz olmadı o sene. Bayram geldiğinde mevsimlerden kıştı. Kış güneşi ısıtamadı çocukların üşüyen ellerini. Onlar harçlıksız kaldı. Ben sensiz...

Hiç yorum yok: