Genelde
çalışkan bir adamımdır, fakat tembellik yapmak arada iyi geliyor bana da. Mesela
bir süredir yazmıyorum ya, nasıl keyifli nasıl keyifli anlatamam. Herşeyden uzağım.
Düşünmüyorum. Hayal etmiyorum. Beklenti içine girmiyorum. Okumuyorum.
İzlemiyorum. Yorum yapmıyorum. Huysuzlanmıyorum. Suyun üstünde yüzen gelincik misali,
akıntı nereye, ben oraya.. Gerçi bunun da bir dezavantajı var; uzaklaştığın her
ne ise onun yerini abuk bir sürü şey dolduruyor, ama olsun -en azından
şimdilik- şikayet etmiyorum.
Saat gecenin bir otuzu
İkibin onikinin şubatı
ve salı..
Eşyalar dağınık,
Elbise askılığı aynı
yerde,
balkonun kapısı açık,
radyoda muhayyer kürdi
bir beste;
"ne çıkar
bahtımızda ayrılık varsa yarın",
Nazım’ın şiiri duvarda
- o da çok yorgun -
kültablası yatakta
ve sigaradan iki nefes
daha kaldı.
Sonunda
söylediğimi yaptım ve sustum. Bunun da bir bedeli var elbet. Çünkü susunca; hayatla
ilgili bütün bağlar -bir anlamda- kopuyor. Yakınında-uzağında kimseyi
barındırmak istemiyorsun. Kelimeler dilinin ucuna kadar geliyor ama, söyleyecek
kimsen olmadığı için hepsi boğazında düğümlenip kalıyor. O eğilmez bükülmez
tarafın yıkıcı, kırıcı olmaktan korkuyor. "Ben bu adam değilim" desen
bile, içindeki şiddet durmak bilmiyor; nefessiz kalana kadar koşup
uzaklaşıyorsun. Böyle bir durumda bile koruma altına aldığın kendin değilsin
yine, başkaları. Kaçmanın bedeli daha ağır; Yaşamıyorsun.. Yaşamayınca,
yazamıyorsun.. Yazamayınca; hayatın, hayallerin, ailen, dostların, sevdiğin
kadın.. ve seni anlamlandıran her ne varsa toz olup avuçlarının arasından
rüzgara karışıp gidiyor.
Hep hüzün kokar böyle
geceler;
yalnız, isteksiz…
Sanki yaşam bize ait
değildir de
ödünç verilmiştir
birileri tarafından,
"al yaşa"
diye;
ya da sürgün
verilmiştir gönüle
yürek sessiz, gözler
sessiz
ve eller çizememiştir
beklediği sevgiliyi.
İhtimal
ki, bundan sonra bir ya da bilemedin iki kez daha karşılaşacağız - o da
kimbilir hangi sebepten, belki de zorunluluktan..-. Sonra sırasıyla telefonlar
seyrekleşecek, yerini kısa kısa mesajlar alacak. Samimiyet sahte gülüşlere, hal
hatır sormalara bırakacak yerini.. derken bir gün bakacağız ki, yokuz ve kaybolmuşuz.
Ne elin o ahizeye gidecek, ne merak edeceksin, ne artık eskisi gibi aklından
geçeceğim, ne de ismimi hatırlayacaksın sonunda. Bilinç hergün biraz daha
örtecek üstümü, biraz daha duvarlarını örecek etrafıma, ve yüzüm de hafızandan
silinecek zamanla.
Ve bitip tükenmez
böyle geceler,
ağlarız tek, güleriz
tek…
Kimin umurunda
gölgen varmış, yokmuş
sevmişsin,
terkedilmişsin,
kim görmüş, kim duymuş
ki
bugüne kadar ?
Yıldızları gökyüzünden
indirmişler
indirmesine
saçacaklarına yere
göğe,
inadına kalplerine
gömmüşler
ve üzerine yıldızlar
yağsın deyip
ellerinde bir avuç
toprakla
hikayeler anlatmışlar
Kerem ile Aslı,
Ferhat ile Şirin
üzerine.
Hayatına
giren üçüncü tekil şahıslarla avunmaya çalışacaksın. Olmaz ya, birgün her
ikimizi de tanıyan biriyle sohbet ederken "o ne yapıyor" diye
sorarsa, suçluluk duygusuyla karışık "bilmem, iyidir herhalde, ben de uzun
süredir görmüyorum" diyeceksin. Belki o an, geçmişe ait bir kaç kare
gelecek gözlerinin önüne, belki birkaç damla süzülücek yanaklarından.. Ne
bileyim belki de bana dair birşey hatırlayıp gülümseyeceksin. Ama her ne olursa
olsun dönmeyeceksin ve sen de susmak zorunda kalacaksın -en az herkes gibi-.
En
sonunda; gökyüzünde kanat çırpan beyaz güvercinin, bir avcı tüfeğinin
namlusundan çıkan serseri bir kurşuna teslim olması gibi, özgürlüğümüzü başkalarının
avuçlarına bırakacağız. Ve birbirimizden ayrı yaşayıp, birbirimizden habersiz öleceğiz.
Ve bıkmadan, usanmadan
sahiplenmişiz böyle
geceleri,
bazen sevgilimizle,
bazen yalnız,
bazen yazarak,
bazen bekleyerek
süslemişiz onu,
gözümüz kapıda,
kulağımız telefonda…
Ve değerini bilmemişiz
yitip gidenlerin,
kalanlarsa yetmemiş
dört işlemi yapmaya,
gözyaşlarımız
kurumamış,
yalnızlığımızla
kalakalmışız
hayatın tam ortasında.
Ayrılıkları
ve ölümleri sevemedim. "Kim sever ki ?" diyeceksin şimdi, biliyorum
kimse sevmez. Ama ben hiç sevmem. Çünkü bilirim ki herkes zamanla herşeye
alışır, ben alışamam. Herkes içinde bulunduğu her türlü duruma uyum sağlar, ben
sağlayamam. Herkes yaşadığı herşeyi -en sevdiği dahil- unutur, ben unutamam. Çünkü
alıştığım an ben "ben" olamam; Uyum sağladığım gün "özgür" kalamam;
Unuttuğum gün sen de "sen" olamazsın ve hayata ihanet etmiş sayarım
kendimi. İşte bu yüzdendir yazdıklarım. Ola ki bir gün hafızam zamana yenik
düşerse, okuyup hatırlayım diye..
Yüreğimiz kayalara
oturmuş
batık bir gemi şimdi,
sessizliğimizse büyük
bir çığlık.
Şiirler anlatmış
şarkılar söz vermiş
ve kanamış içimiz
acımış böyle
gecelerde.
Herkes
kolay sanıyor veda etmeyi, ama değil. Bakma bana, yazdığım için kolaymış gibi
geliyor. Ne yalan söyleyim, daha aklımdan düşünce olarak geçerken bile yüzüm
kızarıyor, içim daralıyor. Cümleler nasıl geliyor, nasıl yazıya dökülüyorlar,
orasını hiç sorma!. İnsanın sevdiğine "gidiyorum" demesi çok zormuş. Acaba
diyorum, duman ateşinden
uzaklaşırken ne düşünür; Özlem mi, özgürlük mü ?
Bir başka gece,
İkibin onikinin martı
ve pazartesi..
Eşyalar yine dağınık,
Elbise askılığı aynı
yerde,
balkonun kapısı bu kez
kapalı,
radyoda rast
bir beste;
"sen gözlerimde
bir renk",
Nazım’ın şiiri duvarda
- o da çok yorgun, ben
de -
kültablası yine yatakta
gecelerdir tüten son
bir sigara
ve bir gece daha
bitti…