"Hiç" kısmı biraz
abartı tabi. Henüz yirmili yaşlarda iki okul arkadaşı tutmuştuk bu evi. Gecelik
faizlerin boyu aştığı dönemde Cihangir'de oturuyoruz.. Ev sahibimiz kiraya
yüzdeyüz zam yapmaya kalkınca duramadık haliyle. O zaman ben yirmiyedi, ev
arkadaşım yirmisekiz yaşında. İkimizde reklam sektöründe çalışıyoruz; okul
bitmiş, askerlik yapılmış vesaire.. Eh hem çevremizden, hem ailemizden yoğun
baskı var "evlenme" üzerine. İnsan da bir yere kadar direnebiliyor
malum. Evi tutar tutmaz birbirimize bir söz verdik "otuzumuza kadar
evlenip bu evi terkedeceğiz" diye.. Yani bu evle ilgili planımız en fazla
üç yıllıktı. O plana uydu; bir sene sonra evlendi ve gitti. Ben kaldım.
"Peki sonuç ne ?"
dersen; Müebbet hapis.. Sadece bir çatısı var diye onsekiz yılı yedim bitirdim
bu evde.. Gençliğim gitti ve şimdi yapamadıklarımın cezasını çekmiş biri olarak
"iyi halden" tahliyemi bekliyorum.
Bunları yazarken aklıma ne
geldi ? Son bir haftadır nereye kafamı çevirsem, hangi gazeteyi elime alsam, internet
sayfaları dahil her yer 14 Şubat Sevgililer Günü.. Bombardıman şeklinde yayıldığı
için mesajlar, oradan çağrışım yapmış olsa gerek.. Şimdi birşey itiraf
edeceğim, ama gülmek yok ona göre ! Yahu
ben, hiçbir sevgililer gününe sevdiğimle girmedim ya.. Vallahi hiç denk gelmedi.
Hani iki gün öncesinde ayrılmışlığım vardır ama birlikte geçirmişliğim vaki
değil.. Sevgililer günüyle ilgili, kırk küsür yıllık hayata denk düşen tek bir hikayem
var, hepsi o.. Ona da anı denir mi bilmiyorum ?..
Yıl 1994; Aylin isminde bir
kız arkadaşım var.. İkimizin de işi aynı. O televizyon, ben de reklam
setlerinde gece-gündüz sürünüyoruz. Yönetmenliğe başladığım ilk yıllar.. Uzatmayayım,
14 Şubat geldi çattı. Biz yine farklı yerlerde çekimdeyiz ve iki gün içinde bir
araya gelmemize de imkan yok. Sabah çekimlerini bitirdim, öğle yemeği
arasındayız; benim filmin yapımcısı Zerrin: "Oğlum bugün sevgililer günü,
ne aldın lan kıza ?" diye sordu.. Apışıp kaldım.. Bendeki tepki:
"Valla bugün günlerden ne, ben onu bile bilmiyorum !"..
Gerçi o zamanlar sevgililer
günü kutlamaları şimdiki gibi yaygın ve popüler değil; tüketim toplum modelinden
uzak, daha nezih daha özel bir gün. Neyse benim derdim büyük, çare de
bulamıyorum. Çekimleri bitirmem lazım, dışarı da çıkamıyorum. Ruhum bedenimi
terketti, edecek.. Tam "Kimden yardım isteyebilirim" diye düşünürken,
Zerrin imdadıma yetişti. Prodüksiyon alışverişi için dışarıya çıkacakmış ekiple..
"Ne alayım sen onu söyle"
dedi.. "Bir-iki hafta önce gezerken, vitrinlerden birinde gümüşün üzerine
işlenmiş lâl taşı kolyeyi çok beğenmişti, onu al" dedim. Sağolsun almış, çok
da güzel bir hediye paketi yaptırmış; yanına da alı al, moru mor bir tane
kırmızı gül.. Demeyin keyfime. -Hikaye uzadıkça uzuyor farkındayım; az kaldı
bitiyor-. Hediyeler elimde ama bu kez başka bir sorun var; "Kim götürecek
?".. Allahtan o da kısa sürede çözüldü; Aylin'le ikimizin ortak tanıdığı
ve o gün benim setimde çalışan asistan bir kız arkadaşımız var, ondan rica
ettim. Kırmadı beni, o götürdü hediyeyi..
Aradan bir saat geçti,
geçmedi.. Çekim yaptığımız stüdyonun santralından beni arıyorlar, telefonunuz
var diye.. Set ekibine 5 dakika mola verdim.
Telefona gittim, arayan Aylin.. Ben de saf saf, sıcak bir karşılama ya da kısık
bir sesle teşekkür cümlesi bekliyorum. O
kadar sinirli, o kadar sinirli ki; ağzına geleni söylüyor hatun, kıpkırmızı
oldum.. Sesin duyulmaması için ahizeyi kapatıyorum ellerimle, o derece yani..
"Sevgililer gününden bana ne" şeklinde başlayıp; "herkesin
ortasında nasıl ona hediye verilirmiş, ekibin patronuymuş şimdi kim onu sette
ciddiye alacakmış" diye devam edip;
"hediye paketini münasip bir yerime monte etmem" ana fikriyle yüzüme
kapadı telefonu. O çekim gününü nasıl tamamladım hala bilmem..
devam edecek..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder