Pazartesi, Mart 25, 2013

Köprüden Önce Son Çıkış.. (Sekiz)



Benim durumum bu; doğruyu söylemek gibi bir kusurum var. Engelleyemiyorum kendimi. O kadar çok kayıp öyküsü var ki böyle. Mesela öğretim görevlisi olarak çalıştığım yıllarda birinci sınıflara Sinema-Televizyona giriş dersleri verirdim. Ama daha ilk derste, her yıl tekrarladığım bir cümle vardı: "Size kan ve göz yaşı vadediyorum". Çok sert görünüyor değil mi ? Öyle, farkındayım.

Ancak bunu o anda söylemezsem, işin ciddiyetini kavrayamazlardı. Eğer bu mesleği yıllarca yapmayı düşünüyorlarsa onları neyin beklediğini bilmeleri gerekiyordu. Çünkü bu meslek evkaftaki memurluğa benzemez; saati yoktur, bayramı seyranı olmaz.. Yedi gün yirmidört saat, her an iş gelecekmiş gibi hazır beklersin. Özel hayattır, sosyalleşmedir, eğlencedir, evdir, sevgilidir unut hepsini; hiç kimseye söz bile veremezsin.. Bütün bunları anlattıktan sonra son darbeyi vururdum "Çocuklarım, hepsine varım diyenlerle haftaya yine aynı saatte burada görüşürüz.. Yapamayacağını düşünenler hemen öğrenci işlerinden Figen Hanım'la görüşüp bölüm tercihlerini değiştirsinler, bu yola girdiniz mi dönüşü yok! Benim de arkadaşlarınızın da zamanlarını çalmayın lütfen".. Genelde ilk derse 30 kişiyle başladıysam, böyle bir konuşmadan sonra en beş fire ile ikinci haftaya girerdik. 

Öğretmenliği bırakalı 8 yıl oldu ama, çalıştığım şirkete staja gelen ya da yeni işe başlayan genç arkadaşlarıma hala aynı benzetmeyi yaparım; "kan ve gözyaşı..".

Herneyse.. Böyle karışık ve zaman atlamaları yaparak anlatıyorum ama.. Umarım sıkılmıyorsunuzdur. İnsanın kendisiyle ilgili birşeyler yazması gerçekten zor. Herşey iç içe geçmiş ve karmakarışık. Birşeyler anlatırken bir o kadarı da aklından geçiyor, durduramıyorsun. Eksik hatırladıkların var, yazamıyorsun.  "Samimiyet" demoklesin kılıcı gibi asılı duruken tepende, yarım yamalak birşeyler karalayarak kurtulamıyorsun. Çünkü kurgulanmış ve sonu belli olan bir senaryo değil elindeki. Kendi hikayen ve kurguyu değiştirme gibi bir şansın da yok.

Geçen gün şöyle birşey oldu; yeni bitirdiğimiz reklam filmlerinden birinin seslendirmesine gireceğiz. İş de, müşteri de biraz problemli. Sürekli kendi kalemize gol atıyoruz bir nevi. Dublajı Merih yapacak. Çocuğun seslendirme için üçüncü gelişi şirkete, o kadar söyleyim. Hoşgeldin, beşgittin muhabbeti yapıyoruz; Merih "Nasılsın abi görüşmeyeli ?" diye sordu.. Bendeki cevap : "Güzel soru.. Eeee şöyle söyleyim; bir penaltı atışı sırasında topun nereden geleceğini bilmeyen kaleci gibiyim abicim.."

Bu arada örneği futboldan vermiş bulundum ama ben futbolu hiç sevmem. Ne televizyonda, ne stadyumda. Spor bile olsa bir topun etrafında koşan 22 adamın hikayesi nedense bana uzak gelir. Zaman kaybı. İnsan hayatını, iki saatlik bir maçta ve hemen ardından saatlerce süren spor programlarında harcamamalı sanki. Ne kadar süreceğini bilmediğin bir ömür için oldukça lüks. Yapmadığın yahut yarım bıraktığın bunca şey varken niye bu israf anlamam. 

Kimse bana "şarj-deşarj" ikilemesi yapmasın, daha üçüncü hamlede "şah" derim, dördüncüde "çoban matı" olursunuz vallahi. Yahu çevremde Real Madrid'in ya da Almanya milli takımının ilk onbirini ezbere sayan insanlar var benim. "Nazım" kim diye sorsan "Mahallenin bakkalı" der bu adamlar, bir gidin n'olursunuz..  Yine de doğma-büyüme, atadan-babadan Fenerbahçe'liyim. Bir de Cumhuriyet Halk Partili. Bu da bir nevi miras; babamdan bana, ona da babasından. Rahmetli büyükbaba madalyalı bir İstiklal Savaşı Gazisi olduğu için, ikimiz de onun mirasına sahip çıkmaya çalışırız hala.. Gerçi bütün futbolcuların isimlerini bilmem ama, senede en az iki maçını mutlaka izlerim Fener'in. O da Galatasaray'la olursa..


devam edecek..

Hiç yorum yok: